BELLEK (14) | Umut İl yoldaşa… “Eylemin şairine!”

Yürek deniz, dil dalgadır. Deniz çırpınmaya başladı mı, o denizde ne varsa dalga getirip onu kıyıya bırakır.” (R. Fiş, Ben de Halimce Bedreddinem, s. 213-214)

Uzun zaman oldu seni tanıyalı ve bilincimin bir köşesine mıhlayalı. Şimdi… Şimdi ise paylaşmalıyım diyorum bunları. Bilmeli dostlar ve yoldaşlar; Halkım tanımalı seni… Yüreğim çırpınıyor bu günlerde. Sadece seninle ilgili değil tabi ki. Diğer can parçaları…. Dağ yürekliler… Evet, bu çırpınma şimdi ne varsa dilimde, dalga oluyor; alıp getiriyor bu yazıya.

İsminin altına tereddütsüzce kellemizi koyduğumuz, zirveleri hedefledikçe, silkelenip güneşe yürüdükçe, bağrındaki değerleri, güzellikleri, her biri cihan parçası olan yürekleri alıp getiriyor önümüze. Görün diyor, ben buyum, bunlarla ayağa dikiliyorum… Seninle ilk karşılaşmamızı hatırlıyorum da. Ne kadar farklıydı. Bir o kadar da normal. Çelişki gibi görünse de, senin ve senin bulunduğun faaliyet bölgelerinde o dönemin özgün koşullarında farklı bir siyasetten biri gibi çıkmıştım karşına.

O şehir ki sizi bozkırın kuru bir ayazı ile karşılar. Hüzün de vardır bunda elbet. İşte, o, bir yanı eskiye kesmiş bu bozkır şehrinde, Eskişehir’de ilk karşılaşmamız bir öğrenci evinin bilinen yoksulluğunda olmuştu. Eskişehir’in bozkır ayazının dağıtan hararetli bir tartışmaya girmiştik… Her şeyi yeni baştan yaratmaya çalışıyorduk. Var olan örgütlülüğümüz engellemeler sonucu dağılmıştı. Kolektif henüz yaşamı bağrında yeni çiçeklendiriyordu. Seninle birlikte birçok sempatizan da vardı. Bizi bir araya getiren arkadaşların söylemiyle sen “dağınık konuşan adam”dın. Bu tam anlamıyla kod adın gibi kullanılıyordu. Ve onlara göre sen bu “özelliğinle” hiçbir işe yaramazdın. Hatta dinlemeye ve tartışmaya çalışmak zaman kaybı olurdu. Çünkü sen fazla bir umut vaad etmeyen “dağınık konuşan adam”dın.

Ama ben ısrarlı bir şekilde seninle tanışmak ve tartışmak istemiştim. Ve bu yüzden isteğim üzerine beni farklı bir siyasetin sempatizanı olarak tanıtmışlardı sana. Tartışmaya başlamıştık, Halk Savaşı, sosyo-ekonomik yapı, öğrenci gençliğin örgütlenmesi vb. üzerine… Yaz kış her zaman hissedebileceğiniz bozkırın kuru ayazı dağılıyordu. Öğrenci evinin ıssızlığı dağılıyordu. Yoksulluğumuz zenginleşiyordu. Senin hızına yetişemiyordum, gerçekten dağınık konuşuyordun. Beni ikna etmek ve “örgütlemek” için bilincinde ne varsa döküyordun ortaya. Tartışmamız bittiğinde beynimdeki silinmez yerini almıştın. Ve senin de komitede olman için ısrarcı olmuştum.

Sonraki görüşmelerimiz de seni daha iyi tanıma fırsatım olmuştu. Kitlelerle diyaloğun oldukça iyiydi. Seni neredeyse bütün üniversite ve hatta şehir tanıyordu. Canla başla bir şeyler yapmaya çalışıyordun. Dernek, tiyatro çalışması gibi… Koşturuyordun…

Ama en önemli eksikliğin, “kod adına” yansıdığı gibi dağınık konuşmandı. Düşüncelerinin sistemli ifade edemeyişindi. Bu bir yanıyla doğaldı aslında. Çünkü örgüt bilincinin eksikliği, esnaf çalışma tarzı ve çabuk sonuç almak isteyişin buna yol açıyordu. Ve elbette ki kişiliğinin özgün yanları. Ama asla ‘leyla leyla’ değildin! Özgün kişilik özelliklerin bu koşulları ile birleştiğinde. Öyle görünüyordun. Öte yandan tutarlılık, samimiyet, partiye ve parti değerlerine bağlılık, bulunduğun koşullar içerisinde gerçekten çok iyiydi.

Bağlılığın tam da bu nokta da seni “dağınık konuşan adam” yapıyordu. Çünkü; sürekli bir şeyler yapmak istemen, partiyi kitlelere taşımaya, ikna etmeye, örgütlemeye ve bunun bir anda yapmaya çalışman verili koşullara ile birleştiğinde bu sonuca yol açıyordu. O yüzden ilk önce; örgüt ve örgüt bilinci üzerinde durmuştuk seninle. Uzun erimli ve sabırlı bir çalışmayla, kitlelerin dağınık düşüncelerini ancak böylesi bir araçla sistemli hale getirip, yeniden kitleleri gidebilirdik. Sonra çalışma tarzı üzerinde, özellikle bulunduğumuz alanlarda nasıl çalışacağımız, düşmanın yoğun baskısı altında, legal çalışmayla illegal çalışmayı nasıl eşgüdümlü bir biçimde yürüteceğimiz?

Ancak o dönem partinin yönelimiyle birlikte gerilla bölgelerinde, doktor ve sağlıkçı yoldaşlara ihtiyaç duyulduğunu ve GB’mizden de böylesi bir talepte bulunulduğunda, aklımıza gelen yoldaşlardan birisiydin. Eyüp Güllen yoldaşın (Sidar) izinden gitmek sürekli dillendirdiğin bir istekti. Ancak yeni örgütlenmen ve var olan eksikliklerin bizi düşündürtmüyor değildi. Partiye bağlılığın, samimi ve açık oluşun gibi olumlu yönlerini ön plana çıkartmak ve bu olumluluklarını ileriye taşınmayı seçmiştik. Gerilla bölgesinin ve savaş koşullarının üzerinde uzunca sohbet etmiştik. Olabildiğince objektif olmaya çalışmıştım. Şimdi senin gerillaya katılışının hazırlıklarını yaptığımızda ve “mekap”landırdığımızdaki halin gözümün önüne geliyor. Ardından gerillaya katıldıktan uzunca bir süre sonra yoldaşlara soruşum; durumu nasıl diye?

Şehit düştüğünde, aday üye olduğunu öğrendim. Ve yaşadığın zorluklar karşısındaki kararlı tavrını. Gururlandım. Partiye ve halka bağlılığın, önderliğin ideolojik-siyasal şekillendirmesine cevapsız kalmayışın. Dersim’e yürüyen ve “buzu kırıp yolu açan”ların içinde oluşun. Omuzuna, omuzumuza yeni görevler yüklüyor. Tıpkı diğer yoldaşlar gibi…

Ve kuşkusuz ki yüreğim sızlıyor. Bir yerlerde okumuştum, gerillalara “eylemin şairleri” diyordu. İçinden geçtiğimiz böylesi bir dönemde savaş çağrılarıyla şehit düşüşünüz, yazdığınız şiiri daha bir anlamlandırıyor. Bu yürek sızısıyla şiirinizi yazmaya ve anlamlandırmaya devam edeceğiz. And olsun ki bu Küçük Asya ülkesinde Yeni Demokratik İktidarı var edeceğiz.

 

Bir yoldaşı