BELLEK (25) | İmkansızlıkları imkana çevirmenin adı… Sefa…

1990’lı yılların ortalarıydı. Devrimci mücadelenin yükselişte olduğu, Türkiye Kürdistanı’nda savaşın tüm çıplaklığıyla yaşandığı bir dönemdi. 1994’te yaşadığı darbe sonrası kolektifimiz, Karadeniz’e yönelmişti. Şovenizmin kalesi yapılmak istenen bölgede, halk savaşını yükseltme kararı, buradaki tüm alan faaliyetlerini çok önemli bir hale getirmişti. Karadeniz’de savaşı büyütebilmek Türkiye Kürdistanı’ndaki kirli savaşa da büyük bir darbe anlamına geliyordu. Burjuva kalemşörler tam da bu korkuyla, yönelimimizin olası sonuçlarını işliyor, “sahiplerini” uyarıyorlardı. Kırsalıyla, kentiyle neredeyse tüm bölge abluka altındaydı.

Kolektifimiz tüzük ihlali sonucu yaşanan darbe ile örgütsel olarak önemli ölçüde zayıflamış olsa da hızla gerçekleştirilen merkezileşme ile sınıf mücadelesinin etkin bir öznesi olabilmek için önüne somut hedefler koymuştu. Bunları gerçekleştirebilmek en yeni militanından kadrosuna kadar tüm yapının yekvücut hareket etmesine, güçlü bir inanç ve sıkı bir disiplinle herkesin üzerine düşeni yapmasına bağlıydı. Canfeda mücadelemiz Özgür Kemal Karabulut yoldaşın ölümsüzleşmesi ile bir kez daha somutlanmış, Mehmet Demirdağ’ın önderliği ile pekişmişti. İşte böyle bir dönemde Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nde içinde Sefagül yoldaşın da olduğu bir grup Partizandık.

Sefagül yoldaşla nasıl tanıştığımızı, ortamımızı bir türlü anımsayamıyorum. Sanki öğrenci olarak Samsun’a gidişin ilk anından itibaren yaşamımda varmış gibi hissediyorum. Oysa bu mümkün değil! Büyük olasılıkla 1996 yılının başlarında tanışmış olmalıyız. O, Partizanları yakın çevresinden uzun zamandır tanıyordu. Hatta tanıdıklarının bir kısmı darbeci tarafta kaldığı halde, o, tereddütsüzce tercihini yapmıştı. Hukuksal olarak parti iradesinin gasp edildiği açıkken buna tavır almamak onun için kabul edilemezdi. Böyle bir zamanda ilkeler ve devrimci hukuk esas olandı, o da tavrını bunu esas almıştı. Konuşmalarımızda bunun vurgusu çok güçlüydü. Yaptığı bütün işlere heyecanla girişmek onun mizacıydı. Heyecanı; gözlerine, gülüşüne, el-kol hareketlerine olduğu gibi yansıyordu. Heyecanın kaynağını; başarabilme azminden, sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirmenin gerekliliğini kavramaktan alıyordu. Bu heyecan, yaşamının her alanına damgasını vuruyordu. Bazen yeni öğrendiği ve yoldaşlarına yapmak için sabırsızlandığı cezeryeden bahsedişinde bile o anı yoldaşlarla yaşamanın verdiği heyecan doruk yapıyordu.

1996’da Susurluk kazası yaşandığında “bir dakika eylemleri” yapılıyordu. Kısa süre içinde bu eylem sokaklara taşmıştı. Samsun’da da eylemlere kitlesel bir katılım vardı. Buralara Partizan okurları olarak katılıp, o bölgede alışkın olunmayan şekilde kuşlama yapanlarımız arasında o da vardı.

1 Mayıs’ta, Partizan adına hazırlanan dövizlere yapılan saldırıda onları korumak ve düşmana vermemek için verdiği çabayı anlatırken, o anı tekrar yaşıyor gibiydi. Belirgin özelliklerinden biri olan, giriştiği işi muhakkak tamamlama, en iyi sonucu almaya çalışma özelliği, küçüğünden büyüğüne tüm pratiklerinde ortaya çıkıyordu. Üstlendiği işi ne yapıp edip imkanları sonuna kadar zorlayarak yerine getirmeye çalışacağı bilinirdi. Yapılan işte aksamalar olsa bile o, tüm olanakları sonuna kadar zorlardı.

Ona dair pek çok yazıda bahsedildiği gibi Sefagül’ün geniş bir arkadaş çevresi vardı. Kaldıkları öğrenci evine ne zaman gitsek, çok farklı fakültelerden daha önce tanımadığımız kimselerle karşılaşırdık. Çoğu zaman kurulan mütevazi öğrenci sofrasında sohbetler, tartışmalar alır başını giderdi. Sefa’nın edebiyata ve şiire belirgin bir ilgisi vardı. Bu ilgi sonraki yıllarda da sürmüştü. Yıllar sonra gönderdiği mektuplarda illa ki bir şiirin yer alması bununla ilgiliydi.

1997 yılı 18 Mayıs anmasını Pir Sultan Abdal Derneği’nde yapacaktık. O gecenin örgütlenmesinde, şiir ve marşların seçilmesinde ve de gecenin anlamına uygun bir şekilde geçmesinde Sefa’nın katkıları çok fazlaydı. O dönem böyle etkinlikleri örgütleyebilmek, mevcut polis ablukası nedeniyle çok zordu. Partizan okurları olarak geniş katılımla bunu yapabilmek hepimiz için büyük bir sevinç kaynağı olmuştu.

O yılın sonunda her birimiz mücadelenin ihtiyaçlarına göre farklı farklı alanlarda konumlandırılmıştık. İhtiyaçlara göre konumlanmak, mekan değişiklikleri yapmak aileden, işten veya o zamana kadar ki çevreden kopmak…  Bunların yapılması tartışılmazdı bile. Devrimcilik, yarı zamanlı, boş vakitlerin ayrıldığı bir uğraş değil, yaşamın kendisidir. Örgütlü yaşam, kolektifin ihtiyaçlarının esas olması ve devrimin ihtiyaçlarına göre şekillenmektir.

Farklı alanlarda konumlandıktan sonra birbirimizi hemen hemen göremez hale gelmiştik. Bazen yoldaşlar aracılığıyla selamlaşabilme şansımız oluyordu sadece. Aradan yaklaşık bir yıl geçmişti. Bir yoldaşla birlikte Ordu’da gözaltına alındığını duymuştuk. Partimizin Karadeniz faaliyetini şehirlerde de yaygınlaşması hedefiyle yaptıkları bir eylemden sonra alınmışlardı. Sonraki yıllarda yapılan işkencenin boyutunu ve Sefagül yoldaşın bunların hepsini boşa çıkarışını duymuştum. Gözaltı sürecinden sonra tutuklanmış, Ordu’da çok kısa bir süre tutulduktan sonra Erzurum’a götürülmüştü. Gülizar (Özkan) yoldaş da Erzurum Hapishanesi’ndeydi. Hevallerle aynı koğuşta kalıyorlardı. Gülizar yoldaşın saflarımızda daha güçlü bir şekilde yer almasında Sefagül’ün katkısı çok fazlaydı. Kısa bir süre kaldıktan sonra ilk mahkemede tahliye olmasına rağmen Gülizar yoldaşın tutsaklığı süresince ona yazmaya devam etmişti. Yoldaşlarla yaşamlarının tüm ayrıntılarıyla ilgilenmekte enerjilerini küçük burjuva feodal ayrıntılarda boğulmaya değil, mücadeleye yönlendirmekte çok maharetliydi. Mücadeleye, partiye karşı duyduğu derin inancın bir yansımasıydı bu. İnanmayan inandıramaz, etkilenmeyen etkileyemezdi çünkü.

Tahliyeden sonra hiç beklemeksizin faaliyete dönmüştü. Bir süre sonra Tokat’ta Partizan bürosunun Sefagül yoldaşın sorumluluğunda açıldığını duymuştum. Sayısız tehdide, gözaltıya rağmen çalışmaları oturtmaya, yerel faaliyeti örgütlemeye çalışmıştı. Büro çalışanları polis baskısı nedeniyle kiralayacak ev bulmakta dahi zorlanıyorlardı. Fakat koşullar yine de sonuna kadar zorlanmıştı. Sefagül zordan kaçmayan biriydi. Hele ki bu zorun üstesinden gelmek mücadelemize katkı sunacaksa…

Uzun yıllar farklı alanlarda oluşumuz nedeniyle haberleşememiştik. Ta ki tutsak düşünceye dek. Ceza İnfaz Kanunu’nun değişmesiyle bildireceğimiz 3 arkadaşın görüşe gelme hakkı oluyordu. Yıllar sonra ortaya çıkan bu karşılaşma olanağını her ikimiz de kullanmak istemiştik. Sefagül tüm yoğunluğuna rağmen koşullar elverdiğinde görüşe geliyordu. O dönem Tohum Kültür Merkezi’nde kısa film festivali düzenleniyordu. Kültürel bir etkinliği düzenli bir şekilde yapmanın, hem çok sayıda film gelmesinin hem de pek çok yeni kişiyle tanışmanın heyecanı çok fazlaydı. Kısacık görüşlerde, o kalın kirli cam engeline rağmen bu heyecan elle tutulacak kadar somuttu.

Son görüşmemizi hatırlıyorum. Başka bir yoldaşla birlikte gelmişti. Diğer yoldaşla konuşurken, gözüm Sefagül’deydi. Bekleyen ailelerle hemen sıcak bir sohbet geliştirdiği belli oluyordu. Oradaki çocuklarla da ilgileniyordu diğer taraftan. Gözlerindeki ışıltı, pek çok şeyi anlatıyordu. Ama yine de emin olamamıştım. Bir süre sonra belki de ilk örgütlendiği andan itibaren bulunmak istediği yere, dağlara yüzünü döndüğünü öğrenmiştim. Halk savaşının merkezine, en yakıcı olarak yaşanan alanına gitmişti.

Ölümsüzleştikten sonra anlatılarda, imkansızlıkları imkana çevirme azminin partiye, devrime olan inancının sadece yoldaşlarımızda değil, dost güçlerde de nasıl bir etki yarattığını öğrendik. Saflara katıldığı ilk andan ölümsüzleşene kadar taşıdığı heyecandan hiçbir şey kaybetmemişti. Bu yeni bir topluma ulaşmak için verilen mücadelenin bir parçası olmanın heyecanıydı. Bu amaca duyduğu bağlılığın ve görevini yerine getirmenin yarattığı bağlılığın heyecanıydı. “İmkansız” lafını kabul etmemenin ve düzenle, düzenin etkilerini kendilerinde taşıyanlarla uzlaşmamanın, kendinden emin olmanın, yoldaşlarla birlikte yürümenin heyecanıydı.

“Çeliş ki gelişesin/çeliş ki uzlaşmayasın/ çeliş ki değişesin/çeliş ki yıkasın/çeliş ki kurasın/çeliş ki özgürleşesin” sözleri yaşamı, mücadeleyi kavrayışının bir yansımasıydı. Mücadeleyi kendi içimizdeki, yoldaşlarımızdaki, kolektifteki ve toplumdaki değişim, dönüşüm olarak ele alıyor, buna göre konumlanıyor ve çelişmekten korkmuyordu.

Asla bitmez özlemler vardır. Kalplerdeki boşluğu her zaman açık tutacak yokluklar! Biliriz, “kavganın töresi”dir bu. Ama yürek yine de sızlamaya devam eder… Aramızdan apansız ayrılışlara sebep olan bu sömürü sistemine ve sahiplerine kinimiz bilenir bir kez daha… Sefagül, Gülizar, Nurşen, Fatma ve Derya yoldaşlar, hepimizde derin bir iz, asla kapanmayacak bir yara ve büyük bir mücadele mirası bırakmışlardır. Siyasi komiser Sefagül yoldaş, Komutan Nurşen yoldaş tarihimizin ilkleriydiler. Zor zamanlarda, sorumlulukların altına girmeyi ve asla vazgeçmemeyi öğrettiler. Kadınlara hedef olarak yüksek zirveleri bıraktılar. Onlardan öğrenmeye devam edeceğiz. Ve söz verdiğimiz gibi, mücadelemizi büyüterek o büyük günü tüm sonsuzluğa uğurladıklarımıza armağan edeceğiz.

 

Bir yoldaşı