Hayat kendini eylemlerde yaratır, yeniden üretir, sürdürür.” Mélinée Manuşyan

 

Nazilerin ölüm mangalarınca kurşuna dizilmeden bir zaman önceki bir şiirinde Misak Manuşyan, “Yoksulluğun ve hakaretin kırbacı altında Çıplak büyüdüm…” derken, Fakir’in yaşamını da tarif etmiş oluyordu sanki. Aynı meşakkatli yoldan gelmişlerdi çünkü; ve de aynı istikamete doğru gidiyorlardı… Alternatif bir toplum/dünya düşü uğruna yetimhanelerden eşsiz direniş ve mücadelelere uzanan bir kader ortaklığı…

12 Eylül despotizminin Paris’e savurduğu genç sürgünlerden biriydi Fakir. Sol, Sanatçı, Kızılbaş, Kürt, Ermeni, Asuri ve cümle ötekilerden oluşan diaspora muhalifleriyle kader birliği içinde yaşadı O…

12 Eylülcü eşkıyaların yarattıkları terör iklimine karşı Avrupa çapında aralıksız yürütülen politik eylem ve kampanyalara, gönül verdiği KAYPAKKAYACI itirazın saflarında bir sıra neferinin emektar, gösterişsiz cüretiyle  hep hazır-nazırdı Nubar.

Her şey bir tarihsel devamlılık içinde süregeliyor ve süregidiyor işte.

Haramilerin/Haydutların aman tanımaz saltanatları, soykırımlar, tehcirler…Ve meramını sokağa, silahına, dağa-taşa anlatan kadın-erkek partizanlar, direnişçiler…

Mélinée Manuşyan şöyle tarif etmişti, İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizme karşı direniş anıtı olan Partizanları:

“Hepsi de barışa tutkun, hayatı tüm benlikleriyle seven insanlardı. Fakat savaş onları ellerine silah almaya mecbur bıraktı. Partizan oldular, yani Ölüm Partisinden olanlara karşı Yaşam Partisi’nden olan erkekler ve kadınlar…”

Bu tanımdan da fazlasıydı Nubar.

Asırlık acıların yakarak temizlediği bir ruh arılığının, yalınlığın, dayanışma ve evrensel vicdanın abidesiydi o.

Yüreği Ozan inceliğinde çarpan, Peru’dan Güney Afrika’ya tüm kurbanların acılarını paylaşırken, kapanmayan kendi yaralarının, tarihin tanıdığı en çaplı trajedilerinden birinin, yani atalarına karşı girişilen soykırımın sözünü dahi etmezdi OZANYAN.

Bir yanı Paramaz ve Misak Manuşyan’lardan, kadim haksızlıklara karşı tarih sahnesine çıkan Sovyet ve Çin kalkışmalarından, anti Nazi direniş destanlarından beslenirken, diğer yanı, yani kalbinin attığı sol yanı ise KAYPAKKAYA ve Armenak Bakırcıyan’lardan güç alıyordu.

Geçen yüzyıl boyunca Osmanlı ve Cumhuriyet muktedirlerinin boğazladıkları masum sivil ve direnişçilerden dağılan atomların bu yüzyıla vurması kaçınılmazdı. Bugün Rojava’nın, tüm bir Mezopotamya coğrafyasının dağlarında, vadilerinde, ovalarında yaşanan tam da bu tarihsel kaçınılmazlıktır işte.

Dünyaya eşkiyalar, tanrılar ve para hükmettikçe, anıtsal direnişçilerin şavkı ve dağılan atomları da geleceğe vurmaya devam edecekti elbette.

….

Tez yayılan ölüm haberin şok tesiriyle sarstı bizi, Nubar. Mahçup etti hepimizi ve aynı zamanda gururlandırdı. “Olacaksa, işte böyle olmalı…” dedirtti…

Bir duygular anaforuna, anılar kaosuna yol açtı ölümün.

Sürgünlüğünün Paris yıllarında çoğu zaman cep harçlığı dahi bulamayan, bulduğunda ise son kuruşuna kadar paylaşan; içinden yanan, gürültüsüz-patırtısız imkân yaratan, şaşırtan bir yetenek ve hızla dil öğrenen, öğrendiklerini yeni gelenlere aktaran, tercümanlık yardımına muhtaçların önünde  o metro senin, bu metro benim koşturan Fakir’imiz, canciğer yoldaşımız güle güle…

Güle Güle, Direnişin Çıraklığından Ustalığına Evrilen Partizan!

Uğurlar Olsun Gösterişsiz Direnişçi!

Şan Olsun Sana, Şeçkinliğin ve Sıradanlığın Sembolü Komutan!

Erdal Emre