Ömürlerine bir damla gözyaşı dökmeyenlerimize and olsun ki, duraksamayacağız cehenneme göndermekte düşman sürülerini!

Proletarya Partisi’nin şehit düşen ikinci genel sekreteri Süleyman Cihan önderliğinde 1978’de toplanan birinci konferansında yapılan tartışmalar sonucu Ocak ayının son haftası Parti ve Devrim Şehitleri Haftası ilan edilir. Ocak ayında komünizm ve dünya devrim tarihinde yer edinenlerin ölümsüzleşmesidir bu haftanın seçilmesinin nedeni…

Marksizm’in teorik ve pratik uygulayıcısı, kuramsallaştırıp geliştireni, dünya proletaryasının önderlerinden olan Lenin, 21 Ocak 1924’te, henüz 54 yaşındayken hayata veda etti. Almanya’da komünist hareketin önder kadrolarından Rosa Lüksemburg ile Karl Liebknehct 15 Ocak 1919’ta, Türkiye komünist hareketin önderlerinden Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Kemalist faşist diktatörlük tarafından görevlendirilen Topal Osman isimli (ki Ermeni, Rum, Asuri… soykırımında da önemli roller üstlenmiş bir) azılı katilin ekibi tarafından 1921 yılının 28 Ocak’ında katledilmişlerdir. Ayrıca İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşları tarafından kurulan Proletarya Partisi; Paramazların Hınçak Partisi ile Mustafa Suphilerin TKP’sinin mirasını sırtlanmış ve ilk şehitlerini 1973’ün Ocak ayında vermiştir. İlk olarak 22 Ocak’ta Meral Yakar İstanbul’da yaralanmış, kaldırıldığı hastanede devrimci olduğu açığa çıkınca tedavisi engellenerek şehit düşmüştü. 24 Ocak’ta ise Dersim’de Vartinik mezrasına düzenlenen baskında halk ordusunun ilk komutanı Ali Haydar Yıldız ölümsüzleşmişti. 1976’da ise Atilla Özkan polisle girdiği çatışmada şehit düşmüştü.

Biz ki,

Beter bir heyecanla sarsmışken ellerimizi

Bilincin türküsüne kattık akları, 

Bir Nazım şiiri kadar büyülü

Bir Partizan şarkısı gibi ürperten

sevdaları.

Ol sebepten

Mutluluk taşar tebessümlerimizden

Tasalara kurban etmeyiz günleri.

Yaralı bir kuşa ağlarız da

Bir damla gözyaşı dökmeyiz ömrümüze.

Şimdi Proletarya Partisi 45. yılını doldururken, “ömrüne bir damla gözyaşı dökmeyen”, ömrünü komünizm ve devrim davasına feda eden yüzlerce şehidinin mirasını omuzlayarak ilerlemektedir. Ancak bunu yapmak, bunu yaptığını iddia etmek kadar kolay değildir.

Bugün şehitlerimize yaraşanı yapmanın; onların uğruna gülerek ömürlerini feda ettiği devrim mücadelesini ve Proletarya Partisi’ni hak ettiği yere taşımakla mümkün olduğu açıktır. Devrim ise an’a müdahale etmek, kaos yaratmak ya da var olan kaosu derinleştirerek işçi sınıfının, köylülüğünün emeğini acımasızca sömüren, kadın-LGBTİ-çocuk ve hayvanların her türlü yaşam hakkını gasp eden erkliği, faşist diktatörlüğü yıkmak ve yeni’yi inşa etmekle mümkündür.

 

Gerçeği anlamak ve kavramak…

Bugün egemenler ciddi bir ekonomik ve siyasal krizin içerisinde debelenmekte, 2014 yılının Ekim ayında oluşturdukları “Çöktürme Planı”nı iki senedir devreye sokmalarına ve binlerce insanı katletmelerine karşın bu krizden kurtulamamaktadırlar. Patlayan bombalar, kuşatılan Kürt kentleri, işgal edilen Irak ve Suriye toprakları… egemenlerin krizini kaosa dönüştürmekten ve bu kan bataklığına halkı sürüklemekten, bunun faturasını işçi-emekçiye kesmekten başkaca bir işe yaramamaktadır.

Kaos derindir. Kriz patlamak üzere! Ancak bu kaosu derinleştirecek ve bu krizi ezilenlerin lehine egemenlerin krizine dönüştürecek komünist önderliğe duyulan ihtiyaç her zamankinden daha fazladır. Halkın örgütlü güçlerine dönük tahammülsüzlük, gözaltı ve tutuklama terörü, atanan kayyımlar, tutuklanan siyasi özneler, kapatılan dernek ve örgütler bu kaos ve kriz ortamında egemenlerin kendini korumaya alma ve halkı kanatsız, korumasız bırakma çabalarından başkaca bir şey değildir. Bu süreci gören ve bu sürece karşı kendini güçlendirerek an’a müdahale edebilecek komünist ve devrimci güçlerin ise gerçekliği ortadadır.

Şehitlerimizi bir kez daha anarken bu gerçekliği görüp, anlamak elzemdir. Gerçeği olduğu gibi, çıplak bir şekilde ele almak; duygusallığa, kişisel kaygılara, mirasyediliğe müsaade etmeden inceleyerek şapkayı önümüze koymak şehitlerimize borcumuzdur. Ülke yangın yerine dönerken buna uygun politika üretemeyen; değil devrimci, demokrat ve yurtsever kesimleri bir araya getirerek ona öncülük etmek, bunun bir parçası dahi olmaktan imtina eden yaklaşımlardan sıyrılmak ve yanan ateşe dokunmaktır şehitlere borcumuz.

Çünkü şehitlerimiz ateşin ne olduğunu “acaba nedir” sorusu sorarak değil, ateşin etrafından uçarak değil, ateşe kanadını dokundurarak da değil, bizzat ateşin içine atlayarak ateşi tanımlayanlardır, gerçeği bulanlardır. Bugün ateşin etrafında dolaşma ateşe dokunmaktan imtina etme şansımız yoktur. Gerçeği, mücadelenin ve kavganın tam ortasına atılarak anlamaktan ve kavramaktan başka yolumuz yoktur.

 

Hesabını mutlaka soracağız!

Gerçeği tanımlayanları görmek için ülkemiz topraklarında devrim ve demokrasi mücadelesi için bedel ödeyenlere bakmak kafidir. Sadece çok yakın zaman içerisinde Kürt kentlerini, DAİŞ’ten bozup JİTEM’den feyz alarak kurdukları JÖH-PÖH ordularıyla kuşatanlara karşı bir avuç gencin bölge halkıyla başlattıkları direnişin destanı henüz bitmedi. Kentler yerle bir edilirken cenazelerinin dahi enkazların altında kalmasından zerre gam duymayan yiğit bir halkın yiğit evlatlarının bu direnişini zannediyorlar mı ki cenazeleri kimsesizler mezarlığına gömerek kimsesizleştirebilecekler!

Taybet Ana’nın günlerce sokakta kalan cenazesi, Bekês bebeğin dedesiyle vurulup düşen kanlı kundağı, karnında bebeğiyle evinin merdivenlerinde kurşunlanan Selamet Yeşilmen, yine yedi aylık hamileyken katledilen Güler Yanalak, bodrumlarda “su” diye inlerken diri diri yakılarak öldürülen direnişçiler… Amed-Sur’da tahliye edilirken bedenleri ve ruhları taciz edilen Kürt kadınlar, çocuklar ve erkekler…

Bugün darbe girişimini “Allah’ın lütfuna” çevirenler zannetmesinler ki bütün bunlar unutulacak ya da affedilecek!

 

Bütün bunları ne unutacak ne affedeceğiz!

O korkunç hesaplaşma günü geldiğinde hastane odasında ölüme terk edilen Meral Yakar’ın, kurşun yaralarına rağmen karda sürüklenen Ali Haydar’ın, halk ordusu komutanlarından olan ve şehit düştüğünde faşist ordu komutanının çırılçıplak soyarak teşhir ettiği Yıldız Çiçek’in, işkencede ser vermediği için bir binanın 7. katından atılan Süleyman Cihan’ın, Mehmet Zeki Şerit’in, hala korkusunu duydukları Armenak Bakır’ın, Dersim-Mercanlar’da şehit düşen Cengiz-Hakan-Özgüç’ün, Geyiksuyu’nda Haydar-Murat’ın, Aliboğazı’nda Hasan-Ersin- Samet-Alican-Murat’ın öfkesi ve kini olacağız. Bombalarla katledilen ve tanınmaz halde olan 3 halk ordusu gerillasının bedeninde açılan her yaranın hesabını mutlaka ama mutlaka soracağız.

Bilinsin

İncitmekten korkacağız bir karıncayı

Kanayacak gönlümüz aç çocuk

görüntüleriyle,

Duraksamayacağız fakat

Cehenneme göndermekte düşman

sürülerini,

And olsun

And olsun

And olsun!