Savaşa davet, tüm devrimcilere vasiyettir şehadet!

Munzur’dan yücelere erişenlere, Çiğdem ve Ferdi’ye…

Komünizme giden yolu ışıklı kılmanın, devrimleri muzaffer, başarıyı mutlak eylemenin tek yolu can bedeli bir mücadeledir ve tam da bu yüzden, şehit düşen yoldaşlar, her şeyden önce inanç ve umut adına en güzel dersi vermiş oluyorlar. Yalnızca savaş değil hiçbir sınıf mücadelesi cephesinin kayıpsız yürüme şansı yoktur. Ondandır ki ilerlemeye ölçüsüz katkının tek adresi, tartışılmaz bir irade gösterisi sunan savaşın ta kendisidir. Halk Savaşı ya da aynı anlama gelmek üzere silahlı mücadelenin kendisi stratejik bakımdan temelli bir yönelimdir ve elbette ki her şey göze alınarak yürütülecektir.

Sözü en kestirmeden söylemenin yoludur çarpışarak şehit olmak… Uğruna ölünecek bir davanın en dolaysız anlatımıdır silah elde toprağa düşmek… Ezilenleri, sömürülenleri, yoksulları temsil etme onuruna layık olmanın en büyük göstergesidir ölümü tereddütsüzce göğüslemek… Proletaryanın mutlak zaferine inancı göstermenin yegâne biçimidir düşmanın kalbine bir ok gibi saplanmak… Sınıfsız bir dünya pahasına yaşamını halka adamanın en önemli kanıtıdır güneşe gömülmek

Çiğdem ve Ferdi yoldaşların kavgamızı kızıllaştıran yürüyüşü bu yüzden bitmedi, bitmeyecek. Bu yüzden hedefe ulaşmanın son bayraktarı onlardır artık. Ve yine bu yüzden onlarla çoğaldık, onlarla çağlıyoruz. Savaşa onların verdiği güçle ivme kazandırıyor, devrime soluksuz bir ilerleme karakteri işliyoruz.

Sınıf mücadelesinin olağan akışından sapma yaratan bir gündem dizisi üzerindeyiz. Nesnel olarak savaşa ivme kazandıran bütün dinamiklerin harekete geçtiği bu süreç, doğru bir politika uygulayıp doğru işler yaptığımız takdirde devrim mücadelesini ileri mevzilere ulaştıracak koordinatlara sahiptir. Bu sahaya müdahale etmeksizin gelişim beklemek ham hayaldir. Bu nedenle çelişkilerin bütün devrimci yönlerine güç ve ağırlık katılmak zorundadır.

Bunun başında hiç kuşkusuz esas konuşma dilini temsil eden alan geliyor. Halk Savaşı’nı geliştirmenin öncelikli koşulu burada yoğunlaşmak, buradan hareketle bir çıkış yolu yaratmaktır. Dünya devrim pratiklerinin öğrettiği, önder yoldaşımız İbrahim’in de esas aldığı hareket tarzı budur. Böyle olduğu takdirde güç olmanın, düşmanın egemenlik alanında gedik açmanın ve kitleler (ileri ve geri) nezdinde yer edinmenin ağlarını örme fırsatı yaratılmış olacaktır.

Ulusal Hareket’in dünyadaki birçok benzeri gibi aynı temel hat üzerinden ilerleme sağladığı bilinmektedir. Silahlı mücadelenin Halk Savaşı zemininde gerilla ile yol alırken sürekli bir tarz tutturması, yani istikrar yaratmasının biricik koşulu budur. Aksi takdirde yürütülen bütün faaliyetler silahlı ekonomizmin en kaba ve geri biçimini aşamayacaktır. Nitekim istenilen/gereken birikimin sağlanamayışının nedenleri de bu kapsamda sorgulanmalıdır.

Proletarya Partisi’nin özel olarak Halk Savaşı’nı gündemleştirdiği 8. Konferansı ile girdiği yönelim bu konudaki açmaza müdahalesiyle anlam ve değer kazanmıştır. Buna uygun biçimde atılan adımların belli bir vadede üreteceği sonuçlar, gerçek manada bir kopuşun olup olamayacağını göstereceği gibi yeni sıçrama noktalarını da işaret etme fırsatını yaratacaktı. Bugün tam da bu sorunun yanıtını almak adına derlenen bir pratik ve gelişim çizgisi üzerine konuşabilecek durumdayız. Halk Savaşı’nı geliştirecek politik bir hattın teori ve pratikteki uçları ortaya çıkmıştır. Sorun şimdi bunları birleştirerek yeni bir platform kurmaktır.

Ferdi ve Çiğdem yoldaşlar işte bu zemine harç katmaya çalışan savaşçıların hem öncüsü hem de önderi olmuştur. Sayelerinde daha da çevikleşen ve güç kazanan bir merkezi halkanın yaratılma sorununun çözümünde önemli bir yol alınabilecektir. Şimdi onların yıktığı ve dağıttığı engeller dizisiyle vedalaşarak, daha kararlı ve savaşa odaklı yürümek gerekiyor. Yoldaşlarımızın mirası budur. Kanlarını yerde bırakmama ve hesap sorma bilinciyle yürürken bayraklarını daha da yükseğe taşımanın sırrı buradadır.

Yoldaşlar ölüme yürümeyi yalnızca marifet ya da maharet olarak değil, yaşama ve savaşa bir “aidiyet” olarak gören kültürü temsil ediyordu. Ölümü bir amaç ve hedefle ilişkilendirerek anlamlı kılan da budur. Aksi durumda belli bir ideal ya da görev kapsamında ölenler hep vardır, hep de olacaktır. Üstelik buna, benzeri gerici kültür ikliminden beslenen düşman kayıpları da dâhil edilmelidir. Ölümün Munzur dağından yüce olabilmesinin tek ölçüsü, onu yıkabilecek bir kudreti temsil edip etmemesi ve bu amacı dolaysız biçimde kuşanan bir faaliyetin parçası olup olmamasıdır.

Faşist-Kemalist diktatörlük başta ulusal sorunu eksen almak üzere bütün muhalif güçlere, toplumun ilerici-devrimci dinamiklerine karşı kapsamlı bir saldırı kampanyası geliştirmektedir. Bu şiddet dalgasının başta Türkiye Kürdistanı olmak üzere kırda şehirde hemen her alanda yükselen bir ivmeyle, ölümler, işkenceler, kayıplar, gözaltı ve tutuklamalar eşliğinde yol aldığı görülmektedir. Kendi dalaşlarına yön veren de bölgesel gelişmeler/hamleler kapsamında yeni emperyalist planlar ve roller ile “kemik payı”dır. Yoksa son günceldeki tartışmaların önceki seçim döneminden farksız biçimde “adam asmaca” ve “siperde duruş” komedisine hapsolduğu ve fakat “ölüm” tellallığında yarışı kapsadığı görülmelidir. Sistemin revizyona tabi tutulması ve istihkâma yönelik adımlar, burjuva sistemin paspasa dönmüş kavramlarına yaslanılarak, anayasa platformuna taşınarak sürdürülmekte, kitleler ağır politik ve ekonomik baskı altında farklı bir dünyaya taşınmak istenmektedir.

Ulusal Hareket’in yön verdiği savaş ve onun kitlesel potansiyelinden başka egemen sınıfların çarkına çomak sokacak boyutta bir direniş ve mücadele odağı yoktur. Ne işçi sınıfı hareketi ne de devrimci eylem birlikleri üzerinden şekillendirilen platformlar bu boşluğu doldurmakta geçerli adımlar üretebilmektedir. Tekel önemli bir hamle ve hareket noktası oluşturmuş ama sendika paranteziyle etkisiz kılınması çok uzun zaman almamıştır. Bu gerçeklik, ulusal sorundaki süreçte yeniden silahların konuşması bağlamında Marksist-Leninist-Maoist’lerin müdahale gücüne fırsat tanımaktadır.

Bu fırsatı yeni olanaklar yaratarak, yeni mevziler kazanarak ve daha büyük hedeflere yelken açarak değerlendirecek olan Halk Ordusu’nun gerilla güçleridir. Çiğdem ve Ferdi yoldaşlar bu “mütevazı” görevin önde giden neferleriydi. Şimdi, dövüşerek silah elde toprağa düşmenin nasıl bir onur taşıdığını göstermenin, onlara karşı görev, devrime ve halka karşı ödev olduğunu kanıtlamanın anıdır. Yoldaşları ölümsüzlüğe uğurlarken, güneşe ulaşmak için var gücüyle kavgaya asılmanın zamanıdır…

 

(09-23 Temmuz 2010 tarihli İşçi Köylü gazetesinden alınmıştır.)