Maçka saldırısı ve bazı sol kesimlerin içler acısı hali

10 Aralık Cumartesi günü Maçka parkı yakınlarına TAK tarafından bir bombalı saldırı düzenlendi. Resmi rakamlara göre 36’sı polis 8’i sivil olmak üzere 44 kişi yaşanan bombalı saldırıda hayatını kaybetti. Son bir buçuk yıldır ülke genelinde gerçekleştirilen bombalı saldırıların yaygınlık kazanması ve bazı saldırılarda sivillerin hayatını kaybetmesi, sol camiada tartışma konusu haline geldi.

Yazıya giriş yapmadan önce şunu belirtmek elbette zorunlu bir görev olarak karşımızda duruyor. Devrimcilerin yaptığı eylemlerde sivil halkın zarar görmemesi, yaşanabilecek sivil kayıpların en az olacak şekilde planlanması elzem bir görev olarak devrimcilerin önünde durmaktadır. Bunun dışında yaşanabilecek ölümlerde, eylemi yapan örgütün sorumluluğu olmakla beraber esas hedeflememiz gereken ise devletin kendisi olmalıdır.

Mesela tarihe “Yıldız suikastı” olarak geçen eylem, Maçka eylemine benzerlikleri bakımından konumuzu örnek oluşturabilecek düzeydedir. Dönemin Osmanlı padişahı 2.Abdülhamit’in Ermeni ulusuna dönük katliam fermanları yayınladığı bir dönemde, Hınçak Partisi’nden Ermeni devrimciler tarafından 2.Abdülhamit’e suikast yapma kararı alınır. 2.Abdülhamit Cuma namazlarını Yıldız camisinde kılar, aynı zamanda namazdan önce veya sonra halkla buluşurdu. Haftalarca düzenli olarak bu periyodu takip eden Ermeni devrimciler, padişahın hangi saatte nereden geçtiğini, hangi yol güzergâhlarını kullandığını tespit eder. Bu plandan hareketle namaz sonrası Abdülhamit’in kullandığı yol üzerine içi zaman ayarlı bomba dolu bir araç bırakarak o noktadan geçişini beklemeye başlar. Aksilik o ki tam namaz çıkışında devlet görevlilerinden biri padişahı sohbete tutar ve Abdülhamit her hafta aynı saatte geçtiği yerden geçemez. Bomba patlar padişah hiçbir yara almaz ve sivil kayıplar oluşur. Bu eyleme baktığımızda bizim esas olarak hedef almamız gereken yer devlettir. Çünkü Ermenilere yapılanları görmezsek, bu tarz eylemlerin yapılmasını haklı kılan sebepleri de görmeyiz. Çünkü bu tarz eylemlerin yapılmasına yol açan koşulları yaratan devlettir. Bizim bunu görmemiz gerekmektedir.

 

Eylemin haklılığı üzerine

Maçka eylemine dönecek olursak yine benzer bir şeyle karşı karşıya kalıyoruz. Stat önünde bekleyen çevik kuvvet polislerine dönük bombalı araçla bir saldırı gerçekleştiriliyor. Bu saldırılarda polisle beraber siviller de ölüyor.

Bir eylemi değerlendirirken öncelikli olarak eylemin hedefine ve politik olarak durduğu yerden doğru bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Eylemin politik zeminine baktığımızda devletin var gücüyle saldırdığı, OHAL ve KHK’lar ile kazanılmış bütün hakların gasp edildiği, gerilla alanlarına dönük yoğun saldırıların olduğu şu dönemde, tüm bu saldırılara yanıt olma amacı taşıyor. Yani devletin devrimci, demokrat güçleri tamamen imha, yurtsever güçleri ise büyük oranda zayıflatma amacı güttüğü bu dönemde, devletin en büyük şehrinde, hem de bir gün öncesinde binlerce polisle “huzur” adı verilen operasyonların yapıldığı süreçte böylesi bir eylemsellikle devletin imajı zedeleniyor.

Eylemin hedefine baktığımızda ise stat önünde bekleyen çevik kuvvet polisleri hedef alınmış. Yani eylemin hedefinde siviller değil direk yukarıda saydığımız saldırganlıkları gerçekleştiren kolluk kuvvetleri hedef alınıyor. Hatta oluşabilecek sivil kayıpların en aza indirmek için maçın bitmesi ve stadın boşalması bekleniyor. Yani kısaca toparlamak gerekirse yaşanan saldırganlıklara cevap olabilmek için böylesi bir eylem gerçekleştiriliyor.

 

Bağzı solcuların hali

Objektifimizi sola çevirdiğimizde bir bütün olarak olmasa bile önemli bir kesiminde eylemi eleştirmeyi de aşarak eyleme açık bir şekilde saldırıldığını görüyoruz. Bu saldırıların ulaştığı aşama ise örgütü “halk düşmanı” ilan edip, eyleme karşı yürüyüş organize edilebilecek boyuta ulaştı. Bu gibi tutumların ideolojik-politik değerlendirmesine geçmeden önce halk düşmanı kavramının ne olduğuna bakmamız gerekiyor.

Bildiğimiz gibi devrimden çıkarı olan sınıf, ulus, din, cinsiyet vb. kısaca toplumun ezilen kesimleri halk olarak nitelendirilir. Bunun dışında yer alan ezen konumda yer alıp, politik tavrını egemenlerden yana tutanlar ise halk düşmanı ya da karşı devrimci olur.

İbreyi söz konusu örgüte çevirdiğimizde ezilen bir ulusun mücadelesini yürütüyor. Politik olarak durduğu yerden baktığımızda devletin karşısında, direkt devleti hedef alarak hareket ediyor. Bu kapsamda değerlendirdiğimizde dönem dönem eleştirilebilecek (bu eleştirilerde eylemde olabilecek sivil kayıpların en aza indirilmesi yönünde planlanması şeklinde olmalı) eylemleri olsa da politik olarak durduğu yer açısından direkt devleti hedeflemesinden kaynaklı kesinlikle “halk düşmanı” ilan edilemeyeceğini görürüz. Sonuç olarak bir örgütü ya da hareketi değerlendirirken tek başına yaptığı eylemlere değil bir bütün olarak hangi politik çizgide durduğu esas alınarak yorum yapılır.

İbreyi tekrardan sola çevirdiğimizde ise bu tarz bir değerlendirmeden çok uzak, her hücresinde şovenizmin hissedildiği yorumlar görüyoruz. Yapılan eylemi ve örgütü “halk düşmanı” diye nitelendirip, bu eyleme karşı yürüyüş düzenlemeye varacak boyutta şovenizm bataklığına batmış olanların içler acısı haliyle karşı karşıyayız. Bugün bu açıklamayı ve yürüyüşü yapanların durduğu nokta direkt devletin durduğu noktayla eşdeğer pozisyondadır. T. Kürdistanı ve Rojava başta olmak üzere 4 parça Kürdistan’a dönük yapılan saldırılarda bu denli büyük eylemselliklere girişmeyip, bu saldırıları yapanlara bu denli saldırmayıp sadece günü kurtarma temelli açıklama ve eylemlerle geçiştirenlerin gelecekte düşebileceği hal daha içler acısı olacaktır. Yukarıda Yıldız eyleminde de değindiğimiz gibi, öncelikli olarak bir ulusun yaşadığı ulusal baskıyı ve ezilmişliği göz önünde bulundurmayı atlayarak bu tarz bir yorum yapmak en bariz şekliyle şovenizmdir. Ve ideolojik-politik olarak durduğu konum direkt devletle iç içe bir konumdur. Bu arkadaşlara şunu da hatırlatmakta da fayda var.

Sonuç olarak bugün ülkemiz şartlarında devrimci olmanın en önemli koşullarından biri de Kürt sorunu üzerine yaptığın politikalarda nerede durduğun olmaktadır. Sol içerisinde turnusol kâğıdı görevini gören Kürt Sorununda hangi renkte çıkılacağı, devrimciliği belirleyen etmenlerden birini oluşturmaktadır.

Çünkü bugün bu yorumları yapanların düşmüş oldukları bataklık yarın onları daha büyük bir şekilde saracaktır. Bu bataklığın içinde zamanla Doğu Perinçek tarzı bir yaklaşıma da dönüşebilirler. Olur da yarın bu bataklıktan çıkmak istediklerinde ise üzerlerinde kalan pisliği temizlemeleri zor olacaktır. Onun için bu arkadaşlara tavsiyemiz geç olmadan bu bataklığın içinden çıkmalarıdır.

 

Bir Partizan okuru