Başkanlık tartışmaları: Kötüsü mü, en kötüsü mü? Ya da hiçbiri!

TOPSHOTSA woman (R) confronts Turkish riot policemen as they spray tear gas on demonstrators trying to march on January 9, 2014, in Istanbul, to the French consulate demanding justice for three female Kurdish rebels killed a year ago in Paris. Between 500 to 600 Kurdish protesters had gathered in front of Istanbul's Galatasaray High School, shouting "We want justice" for the three victims. As the protesters marched towards the French consulate, they were met with tear gas and plastic bullets fired by security forces seeking to disperse the crowd. AFP PHOTO / OZAN KOSE

Yeni anayasa “maratonunun” ilk turu ve 18 maddelik anayasa değişikliği teklifinin tümü Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda yapılan “oylamada” 339 oyla kabul edilerek tamamlandı. Komisyon tartışmaları henüz bitirmişken, 1 Ocak günü İstanbul’da, Reina’da yaşanan katliam ise, bizi nasıl bir geleceğin beklediği konusunda ipucunu çoktan vermişti.

IŞİD tarafından gerçekleştirilen katliama timsah gözyaşları ile üzülenler, “2017’de saldırılar devam edebilir” demeçleriyle beklentilerini dile getirmekten geri durmadı. Reina’nın ve burada katledilen insanların, buraya giden/gidebilecek kitlenin; sosyolojik, kültürel ve en önemlisi politik bakımdan taşıdığı simgesel anlamı, 14 yıldır ülkeyi yöneten siyasal iktidarın şemsiyesi altına girmeyenleri ifade etmesidir!

Yılbaşı kutlamalarına dair, gerek Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gerekse de çok sayıda, İslami çizgideki gazete ve yazardan yapılan açık tehdit; alenen işlenen nefret suçları görmezden gelinerek sözkonusu katliam için uygun bir iklimin yaratılmasına önayak olundu. Yüzlerce muhalif gazeteci, yazar, akademisyen, twitter paylaşımları gerekçe gösterilerek parmaklıklar arasına gönderilirken, “ötekilere” yönelik şovenist, ırkçı söylemler “nedense” ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriliyor.

20 Temmuz Suruç, 10 Ekim Ankara, Antep; öncesinde Mersin Adana’daki HDP büroları ile Diyarbakır’da mitinge gerçekleştirilen saldırı ve katliamlarda açığa çıkan istihbarat “zaafları”, “ihmalkarlık”lar, suçluların bir türlü “yakalanamaması”, yaşananlar karşısında duyulan gizli memnuniyetin bir ürünü olsa gerek! Dönemin başbakanının 10 Ekim Ankara katliamından sonra “oy oranımız arttı” demeçleri de bu duygunun dışavurumuydu. Benzer bir kayıtsızlığı, dahası benzer katliamların süreceğine yönelik açıklamalarla bezenen açık bir tehdit ve durumdan kendince vazife çıkarma tutumunu görüyoruz. Söz konusu tehdidin, “başkanlık çok yaşa” çığlıkları atanlara gitmediği de bir sır değil.

Anlaşılan o ki, sandık gününe yaklaşıldıkça, takvim yaprakları daha fazla kan ve gözyaşına bulanacak. Halkımız, daha büyük katliam ve saldırılarla yüzyüze kalacak. Korku ve kaygı; bunlarla örülen bir siyasal atmosferin, iklimin, kitlelerin temel hak ve özgürlüklerin adına mücadelesinin karşısına bir set örmek için işlev kazandığını yaşayarak gördük. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a, oradan bugüne; yasak, baskı, gözaltı ve tutuklamalarla geride bıraktığımız dönem, hepimizin malumu!

“İstikrar” getireceği iddiasıyla uzun süredir gündemde tutulan ve kilometre taşları bir bir döşenen “başkanlık”a doğru yaklaştıkça, istikrarın daha fazla bozulduğu, coğrafyamızın daha büyük bir kaosun içine sürüklendiği açık. Kriz hali, kutuplaşma ve gerilim sandığa giden yol kısaldıkça adeta tavan yapmakta. Siyasi iktidar, safları sıklaştırmak, ideolojik düzlemde tabanını daha homojen hale getirmek, liderliğini koşulsuz-şartsız tesis etmek için, bahsini ettiğimiz yöntemlere yöneliyor. Tabanın böylelikle daha kolay mobilize olacağına, kullanışlı, etkin bir güce dönüşeceğine şüphe yok!

Yaşamımızın her anına doğrudan etkide bulunan ve bedeli halkımız açısından çok ağır ödenen, daha da ödeneceğe benzeyen başkanlık yolculuğunda gelinen aşamaya; bu tartışmalar etrafında memleketimizin demokrasi seceresine dikkat kesilmenin vakti!

 

Komisyonda Demokrasi Parodisi

AKP ile MHP’nin üzerinde anlaştığı 21 maddelik taslak, Meclis Anayasa Komisyonu’nda 10 günlük “yoğun” mesainin, hararetli tartışmaların sonunda 18 maddeye indi. Adeta bir ilkokul piyesini temsilini andıran anayasa tartışmaları CHP’nin “sert” çıkışlarına da sahne oldu. Yapılmak istenen değişikliklere ilişkin en ağır ifadeleri kullanan, tespitleri yapan CHP, tartışmalarda “radikal” muhalefet tutumu kapsamında; yüksek sesle konuşma, çoğunlukla bağırma, rakip vekillerin üzerine yürüme, su şişesi-bardağı fırlatma, daha da ileri giderek salonun ortasına pet şişeyi boca etme eylemlerinin altına imza attı. Tansiyonun yükseldiği maddeler ise, başkanın konumu, yetkilerinden öte diğer kimi “önemsiz” maddeler oldu. Sesini yükseltmesine karşın CHP’nin düzenlemeye teşne olduğu anlaşılıyor. 15 Temmuz sonrası “Yenikapı Ruhu” olarak lanse edilen resimde, CHP’nin payına düşen bu olsa gerek; Komşular muhalefette görsün!

Düzenlemeye gerçek anlamda itiraz eden, bunu pratikleştiren, bu potansiyeli taşıyan HDP’nin ise uzunca bir süredir; baskı, gözaltı ve tutuklama; kayyumla belediyelerine el koyma, eş başkanları ve vekillerini tutuklama kıskacına alındığı bir gerçek!

Komisyonda kabul edilen değişikliğe göre; vekil sayısı 550’den 600’e çıkıyor, seçilme yaşı 25’ten 18’e düşüyor. Cumhur“başkanı” seçimleri ve milletvekili seçimleri 5 yılda bir aynı gün yapılıyor, yedek vekillik iptal ediliyor. Uzun tartışmalardan sonra, birinci maddeye yargının “bağımsızlık” ilkesi bölümüne “tarafsız” ibaresi eklendi. “Doğuştan Türk vatandaşı olanlar Cumhur‘başkanı’ seçilir” ifadesi “Türk vatandaşı olanlar” şeklinde yeniden düzenlendi; 10 günlük tartışmanın yekûnu bu! Esasta değişikliğe niteliğini kazandıran düzenlemeler ise olduğu gibi duruyor.

Sözgelimi; cumhur“başkanı”na OHAL ilan etme yetkisi veriliyor. Başkan meclisi feshedebiliyor, OHAL’de başkana KHK’larla ülkeyi yönetme yetkisi veriliyor. OHAL, KHK’larla meclis onay süresi, bir aydan üç aya çıkıyor. OHAL gerekçelerine “seferberlik” de ekleniyor. Cumhur“başkanı”nın parti üyesi olmasının önündeki engeller kaldırılıyor. Meclis, yasama faaliyetlerine yoğunlaşacak, buna hükümetin temsilcisi katılmayacak, vekiller Cumhur“başkanı”na değil, yardımcıları ve bakanlarına yazılı olarak soru sorabilecek. Cumhur“başkanı”na her kesimdeki kamu görevlilerini belirleme; yerel yönetimlere dair her konuda son sözü söyleme hakkı tanıyan maddeler de baki! HSYK gibi yüksek yargı organlarının mevcut değişiklikle Başkanın denetimi ve yetkisi altına alındığını da söylemeliyiz.

Böylece “Başkan ve adamları” denilebilecek bir yönetim mekanizması ortaya çıkarılıyor. Yetkileri üst sınırda, siyasi sorumluluğu ise alt düzeyde bir model inşa ediliyor. Cumhur“başkanı”nın yargılanması içinse neredeyse bir mucize gerekecek!

İlk seçimlerin ise 3 Kasım 2019’da yapılması hedefleniyor. Ocak ayında bahsini ettiğimiz değişikliklerin mecliste görüşülmesi referandumun da nisan ayı içinde yapılmak istendiğini ortaya koyuyor. Değişiklik kabul edilirse bir geçiş süreci yaşanacak ve Erdoğan yetkilerinin bir kısmını kullanmaya başlayacak. Bu durumu meclis 6 ay içinde düzenleyecek. Peki bu değişiklikler neden yapılıyor? Rejim neden yeniden düzenleniyor. Açık ki bir kısmına değindiğimiz -düzenlemelere, sistemin kendini koruma ya da geleneksel jargonla Devleti Âli’nin bekası adına yapılıyor. Bunlarla murad edilenin devlet aygıtını daha merkezi hale getirmek, olabildiğince uyumlu kılmak, yetkileri tek bir alanda, kişide toplamak böylece hareket/eylem kabiliyetini artırmak olduğu aşikar! Egemen- lerin sürecin gidişatının ana hatları, bunlara rengini veren temel çelişkilere dair öngörüleri ekseninde zor aygıtında bir restorasyona gittiği açık!

Bu konuda kimi pürüz, anlaşmazlıklar olsa da hakim sınıflar arasında bir konsensüs olduğu söylenebilir. CHP’nin “ağır” muhalefetini bu gerçeğin ışığında yorumlamak doğru olacaktır.

 

CHP muhalefeti: “Sıtmaya razı etmek!”

İlkin “böldürtmeyeceğiz” şiarı ile bir kampanya başlatan CHP, kimi yerlerde ciddi kalabalıklarla örgütlediği mitinglerine bir süre sonra ara verdi ve enerjisini Komisyona harcamaya karar verdi. Gelinen aşamada CHP, yeniden “sokağa dönme” kararı almış bulunuyor. Bunun ilk adımı vekillerin eş zamanlı olarak meydanlarda yaptığı eylemler oldu. Bu temsili kalacağı anlaşılan eylemlerle CHP’nin direksiyonu sokağa taşan güçlü tepki ve enerjiden beslenmek ve onu büyütmekten yana kırmadığı açık! Bu öfkenin kısa sürede meclis koridorlarına akıtılması da buna işaret ediyor. Tartışma, CHP’nin bu tablodaki pozisyonunda düğümleniyor. CHP’nin bu tablodaki rolü nedir?

Bunu anlamak için CHP genel başkan yardımcısı Bülent Tezcan’a kulak verelim; “… TBMM’nin tabuta konulmasına ve o tabuta 18 çivinin çakılmasına iştirak ettiler. Bu anayasa, Türkiye’de rejim değişikliği anayasasıdır. Yüzyıllık demokratik cumhuriyet birikimini yok etme anayasasıdır, zorba devlet yaratma anayasasıdır. Bağımsız yargı yerine doğrudan siyasetin açık açık emrinde ve siyasetin sopası haline gelmiş bir yargı düzeni yaratılacak…”

CHP alanlara dönecek ve demokratik parlamenter sistem vurgusu yapacak. Hem de yüzyıllık birikimli demokrasisini(!) Evet, CHP ölüme muhalefet ederken onu gösterirken bizi sıtmaya razı etmeye çalışacak. Başkanlık rejiminin sakıncalarından söz ederken mevcut düzenin ve onun meclisinin demokratik olduğunu hadi tam olarak değilse de birikimini bize yutturacak! Bizi yargının bağımsız olduğuna ikna edecek!

Açık ki, CHP padişahlığa, saltanata, tek adamlığa karşı çıkarken kaşla göz arasında mevcut sistemi de aklamış oluyor. Bilmeyen de CHP’yi demokrasi ve özgürlüklerin yılmaz savunucusu sanacak! Ama ne yazık ki biliyor ve tanıyoruz CHP’yi!

Bugün ağızlarından düşürmedikleri ve siyasi iktidara atfettikleri kavram ve sıfatlar CHP’nin tarihini oluşturmaktadır. Cumhuriyetin çilingir sofrasında ilan edildiği, devletin ve ülkenin geleceğine dair çok sayıda kararın burada alındığı, her şeye “şef”in karar verdiği bir mirasa sahiptir CHP. Çok partili sisteme geçişe kadar CHP il başkanlarının aynı zamanda vali olduğu bir gelenekten söz ediyoruz.

Bu toprakların yüzlerce yıllık birikiminin, edebiyatının, kültürünün bir gecede harf “inkilabı” adı altında yok edildiği, tarihin yeni muktedirlerin ihtiyacına göre yeniden yazıldığı icraatlara imza atmıştır CHP. Aydınlanma, modernleşme söylemleri eşliğinde dikilen elbiseye, Anadolu ve Mezopotamya’da yığınla ırk, dil, kültür ve inançla yaşayan halkın sığdırılmaya çalışıldığı, bunun içinden de tüm “fazlalık”ların zorbalıkla, kıyımla alındığı bir geçmişe sahiptir CHP. Ne kendi içinde ne devlet yönetimi ne de yığınlar nezdinde hiçbir zaman demokratik, çoğulcu ve çok sesli olmamış, daima onlara tepeden bakan, onu eğitilecek-geri kalmış bir varlık olarak kodlayan bir rejimin kurucu iradesi, partisi olmuştur!

Bu gibi sayılabilecek sayısız nedenle CHP, anayasa değişikliğine en azından demokrasi ve özgürlük adına gerçek anlamda muhalefet edemez! Ama bu kavramları ağzından düşürmüyormuş gibi yapabilir. “Demokrasiyi savunuyormuş”, “özgürlüklerden yanaymış” vs. vs. Temsilcisi olduğu egemen sınıfların konsensüsü onun muhalefetinin sınırlarını çizmektedir bugün. CHP açısından anayasa etrafında yürüyen tartışmada demokrasi notu buyken “milletin iradesi”nden güç alan AKP’nin de sicili temizdir!

 

Sandıktan istediği sonuç çıkıncaya kadar “demokrasi!”

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hakim sınıfların ittifakının bir parçası olan, muhafazakar, İslamcı retoriğe, duruşa, söylemlere; bunlardan müteşekkil bir iklimle yaşayan toplumsal kesimlere yüzün dönen bir geleneğin temsilcisidir AKP. Hürriyet ve İtilaf Partisi’nden, Kazım Karabekir’in Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’na oradan Demokrat Parti ve Adalet Partisi’ne, Doğru Yol ve ANAP’a uzanan bir zincirin son halkasıdır bugünkü siyasi iktidar.

Ilımlı İslam konseptinin kabul görmesi, konjonktürün rüzgarıyla öncekilere nasip olmayan bir güç, kurumsallaşma ve tabana uzanıştır. Sistemin çelik çekirdekleri, organlarının ele geçirilmesi kavgasında CHP’de ifadesini bulan statükocu, zor-baskı ve şiddetle tepeden inmeci yaklaşıma karşı yığınlarda biriken öfkeyi daima arkasına almıştır bu çizgi.

Kuşkusuz aralarındaki çelişki, resmi ideolojinin, paradigmanın sac ayaklarının kapsama alanında ama aslolana dokunmadan, bir zarar vermeden yaşanmış ve bugüne gelmiştir. Esaslı iki kampa bölünmüş hakim sınıfların, gemiyi batırmadan, su almasına izin vermeden, kaptan köşküne kimin oturacağına ve geminin hangi rüzgarla, ne yöne gideceğine dair bir kavgadır bugüne değin yaşanan.

CHP’nin bugün rakibine yakıştırarak diline pelesenk ettiği uygulamalar karşı demokrasi, değişim söylemleriyle sahneye çıkan ve neredeyse CHP’yi sandığa gömen Adnan Menderes’in ilk yaptığı basını susturmak, muhalif aydın ve yazarları sürgün etmek olmuştur. İşçi sınıfı ve emekçilerin gelişen mücadelesini önüne türlü engeller çıkarılmış, toprak reformu kısa sürede unutulmuştur. Uluslararası sermayenin ülkemize en güçlü giriş yaptığı dönemlerden biri yaşanmıştır.

Bugünkü siyasi iktidar da benzer çıkışlarla 2002’de dümenin başına geçi: Değişim, adalet vs. başka bir ifade ile hem muhafazakar hem de demokrat. Geride bıraktığımız 14 yıl, iktidarın demokrasiden ne anladığını yeterince gösterdi. Ya bendensin, tarafımdasın ya da yoksun!

Gerek kendi içinde gerekse de yönetim kademelerinde devlette, demokrasinin değil yanına yaklaşmak adı bile anılmamıştır. Lider kültünün sistematik olarak üretildiği, bütün aygıtın buna göre kurgulandığı, inşa edildiği bir yapı söz konusudur.

Tek adamcı, şefçi, otoriter; toplumun bir kesimin diğerine karşı sürekli biçimde kışkırtan, gerilimi her daim yüksek tutan, kutuplaşma ve düşmanlıktan beslenen bir yapının demokrasi karnesi açık ki zayıf hatta kanlı olacaktır.

Böyle bir mekanizma ve onun uygulayıcıları büyük oranda hitap ettiği kitlenin nabzını tutar, ona uygun politikalar üretir. Bunun dışında kalanları ise dışlar. Meşruiyetini sandıktan aldığını söyler, elbette oradan istediği sonuçlar çıktığı sürece. Aksi yaşandığında sandığı unutur, devletin ve milletin bölünmezliğine dem vurur, damardan girer…

7 Haziran’da sandıktan çıkan sonuçlar karşısındaki tutum ve zoraki yeniden seçim bir örnektir. Sandıktan ezici çoğunlukla kazanılan belediyelere teker teker kayyım atanması başka bir örnektir. Darbeye karşı demokrasiyi savunup peşinden en ufak demokrasi kırıntısını yok etmek, devleti ve ülkeyi KHK’larla yöneterek, bu geleneğin demokrasi algısını yansıtır!

140’ı aşkın gazeteci içeride; ifade ve basın özgürlüğü kan ağlarken, meclis baypas edilmiş durumdayken ve toplumun büyük çoğunluğu sürecin dışına atılmış, korkudan kapının eşiğine çıkamazken anayasa yapmak ise en çarpıcı olandır!

Karşımızda aynı sudan içmiş-içen, aynı oksijeni teneffüs eden, aynı kalıptan dökülmüş, suretleri dışında hiçbir farkı olmayan iki karakter vardır.

“Parlamenter sistem” diye bağıranlar, mevcut adaletsiz ve kokuşmuş yapıya bizi razı etmek istiyor, daha kötüsünü göstererek. “İstirkar”ı isteyenler ise bize çok daha karanlık, yığınlar için daha fazla açlık, sefalet anlamına gelecek bir vaatte bulunuyor. Bu vaadin içinde toplumsal muhalefet güçlerini daha zor ve çetin günlerin beklediği sır değil. Kazanılmış hakların ve mevzilerin gasp edildiği, edileceği de…

Öyleyse en kötüler arasında bir tercih yapmak zorunda değiliz. Birine karşı koyarken diğerini kabul etmek durumunda bırakılmayı reddediyoruz!

Çeşitli ulus ve milliyetlerden inanç ve mezheplerden; cins ve kimliklerden emekçilerin daha çok sömürü ve daha fazla zulüm getirecek her türlü değişikliğin karşısındayız. Bunu yaparken aynı zamanda mevcut haliyle yığınlar için açlık ve sefaletten başka bir anlam taşımayan işleyişe de HAYIR diyoruz!