BELLEK -1- | Geç kalınmış bir anlatım: Ahmet Şahin yoldaşa dair

Yoldaş 1965 Elbistan doğumlu, Ankara Tıp Fakültesi öğrencisi ve Ankara TMLGB İl Komitesi üyesiydi. Ankara TMLGB’nin inşasında yer alan yoldaşlardan biridir. Mersin’in Osmaniye mahallesinde bulunan işkencesi ile ünlü olan bir karakolun imha edilmesi için yapılacak eylemde yer alır.

Karakolun basılmasını örgütleyen yoldaşlardan biri de 1997 yılında Bayrampaşa Hapishanesi’nde şehit düşen Polat İyit yoldaştı.

Ahmet Şahin’in Mersin’e gelmesi ile bölgeyi fazla bilmemesi sonucu biraz dolaşılır, gezilir; mahalle tanınmaya çalışılır. Daha sonra 9 Eylül 1989 tarihinde önceden hazırlanan malzemeler TİKKO savaşçısı yoldaşlara verilir. Karakola yönelen yoldaşlar bombayı atar, bomba karakolun bahçesinde bulunan ağacın dibine düşer. Bombanın güçlü sesiyle düşman karakol içine siner korkudan. Daha sonra karakol silahla taranır. Karşılıklı atışlar sonucu Ahmet Şahin yoldaş yaralı olarak düşmana esir düşer ve düşman onu işkencede katleder.

Aynı baskında yer alan Halil Çakıroğlu yoldaş (‘93 yılında Erzincan’da termal kameralı tank pususu sonucu şehit düşer) bacağından yaralanır.

Ahmet Şahin yoldaş aynı zamanda TMLGB’nin ilk şehididir.

 

DELİKANLIM!

İyi bak yıldızlara

Onları belki bir daha göremezsin

Belki bir daha yıldızların ışığında

Kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin delikanlı:

Senin kafanın içi

Yıldızlı karanlıklar

Kadar

Güzel, korkunç, kudretli ve iyidir

Yıldızlar ve seni kafan

Kainatın en güzel şeyidir

Delikanlım:

Sen ki ya bir köşe başında

Kan sızarak başından

Gebereceksin

Ya da bir darağacında can vereceksin

İyi bak yıldızlara

Onları göremezsin belki bir daha

Delikanlım:

Belki beni anladın

Belki anlamadın…

-Nazım Hikmet-

 

GEÇ KALINMIŞ BİR ANLATIM- AHMET ŞAHİN YOLDAŞA DAİR!

Yıllardır tanıdık yoldaşları anlatamamanın rahatsızlığını yaşadım. Nasıl anlatsam, diye düşünüp durdum. Özellikle Ahmet Şahin ve Halil Çakıroğlu yoldaşları anlatmakta zorlandığımı ifade edebilirim. Kimilerinde göre, “yaa ne var anlatılmayacak” gibi bir düşünce olabilir. Ama işin aslı, sadece anlatıp anlatmamakla ilgili değil.

Birçok yazımızda şehitlerimizi anlatırken alt alta onların olumluluklarını anlatırız. Oysa şehitler anlatılırken olabildiğince objektif olunmalı. Çünkü onların anlatımı aslında şehitlik manifestosudur…Tarihe kaydetmiş oluyoruz böylece. Ve her okuyan yoldaş oradan kendine dair bir şeyler bulur. Bulmak zorundadır da.

 

***

 

Ahmet Şahin, Halil Çakıroğlu, Polat İyit yoldaşlar… Bu üç yoldaşla birçok yoldaşımız, sınıf savaşımının şu ya da bu alanında yanyana gelmiştir. Özellikle Halil ve Polat yoldaşlar. Hem şehir, hem zindan, hem de dağda birlikte olmuş, birlikte faaliyet yürütmüş yoldaşlar bulunmaktadır.

Ama bunların içinde nispeten en çok anlattığımız Halil ve Polat yoldaşlar olmuştur. Bu biraz da normaldir. Onlarla, deyim yerindeyse yüzlerce insan faaliyet yürütmüştür, yüzlerce yoldaş tanımıştır. Ve Halil ve Polat yoldaşlarla ilgili birçok şey anlatılmıştır. Ama Ahmet Şahin yoldaşla ilgili olarak pek fazla bir anlatım olmamıştır. Bu, biraz da, tanıyan yoldaşların bu noktada bir eksiklik içinde olmalarından kaynaklıdır.

(…)

Burada şunu belirtmek isterim ki, Ahmet Şahin ile Halil Çakıroğlu yoldaşları bir bütün düşünürüm, Ahmet Şahin deyince aklıma Halil deyince de Ahmet Şahin gelir. İkisini aynılaştırmak anlamında bunu belirtmiyorum, yaşanmış olan şeylerden dolayı belirtiyorum; ki, Halil 1995 yılında şehit düştüğünde kullandığı isim, Ahmet’ti. Komutan Hemo idi. Hemo Kürtçe’ydi. Sadece benim özdeşleştirmem değil, aynı zamanda gerçekten bir bütünleşmenin de ifadesidir. Burada Ahmet ve Halil yoldaşları kısmen de Polat yoldaşı anlatırken dönem, dönem, geçmişe gitme durumumu olacaktır. Yoldaşların bunu anlayışla karşılayacağını umuyorum.

Halil Çakıroğlu Elbistan doğumludur. Çocukluğunun belli dönemi Elbistan’da geçer. Sonra da ailece Mersin’e taşınırlar. Halil Mersin’e geldiğinde tek kelime Türkçe bilmez. Hep Kürtçe konuşur. Hatta, Demirtaş Mahallesi’ne geldiklerinde bir seferinde kaybolur. Onu Elbistanlı tanıdıklar bulur. Tek kelime Türkçe bilmediği için derdini anlatamaz. Ama daha sonra asimile olur. Ana dilini unutur. Bu sefer Kürtçe konuşmayı unutur. Daha doğrusu Kürtçe’yi İngilizce gibi konuşur ve bundan dolayı yoldaşlar arasında bayağı bir esprisi olur. “Aman konuşma Kürtçe’yi katlediyorsun” diye. Kürtçe anlardı, belli oranda konuşurdu da, ama dil olarak kullanamazdı.

Devrimci mücadeleye İsmail Hakkı Adalı yoldaşın aracılığı ile girer. Abisi Mehmet Ali Çakıroğlu da kolektif saflarındadır. Ama birbirlerinden habersizler. Daha sonra aynı safta olduklarını anlayacaklardır. Belli bir dönem Mersin’de yaşarlar. Sonra, aile İstanbul’a taşınır. Daha sonra tekrar Mersin’e gelirler. Halil yoldaşın devrimci faaliyetinde kolektifin birçok kademesinde yeri olmuştur ve bir komünist gibi ölmesini bilmiştir.

Halil Çakıroğlu yoldaş zindanla tanışmıştı. ’90 yılının Ekim ayında Ümraniye TEKEL deposunun hasılatının kamulaştırılmasında çıkan bir çatışmada üç yoldaşıyla birlikte yakalanır. Daha sonraları operasyonda yine Elbistanlı olan Seyit Külekçi yoldaş da yakalanır. Halil ve bir yoldaş yaralı olarak yakalanır. Halil ağır işkenceler görür. Hem de yaralıyken. Omzundan kurşun almıştır. Tedavi bile etmeye ihtiyaç duymayan işkenceciler onu çözmek için işkenceye almıştır. Ama bırakalım konuşmayı, o işkencede bile bağırmayarak düşmanı çılgına çevirmiştir. İşkencede direnişi çok önemli. Her şey demek değil elbette. Ama düşman karşısında önemli bir sınav veriyor oluşumuzda bir muhakkaktır. Kimisi Halil yoldaş gibi tüm işkencelere bile bağırmadan tavrını sonuna kadar götürür. Kimileri ideolojik kırılma yaşar. Burada sorun elbette düşmanın kim olduğunu bilmek ve “Biz kimiz?” sorusuna doğru yanıtlar verebilmekte önemlidir. “Biz kimiz? Ne için savaşıyoruz?”

Halil yoldaş bütünlüklü bir yoldaştı. Onu sadece, işkencedeki önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki tutumu ile ele almak Halil yoldaşa bir haksızlık olur. Yoldaş partinin 1990’larda yetiştirdiği önemli kadrolardan biriydi. Yakalandığında tek bir kelime etmemişti. Bu yanıyla da örnek alınacak bir yoldaştı. Ama aynı zamanda o, düşman için de önemliydi. Çünkü, 1980 Askeri Faşist Cuntası sonrası, şehirlerde askeri eylemler gerçekleştiren, bir dizi askeri eylemi Mersin’de pratiğe geçiren bir yoldaştı.

(…)

Bu durum kolektifimiz içinde 1980 AFC sonrası şehirlerde askeri eylemler yapılması ile önemli etkenlerden birine sahip oluyordu. Gerçi kolektifimiz için 1989 döneminde bir takım eylemler yapılmıştı. Gümüşhane Şiran Baskını gibi, keza yine İstanbul’da da bir şehir askeri komitesi oluşturulmuş, ama kısa sürede yakalanmışlardı. Sonra 1990 yılında tekrar şehir askeri komitesi kurulmuştu. Ve ilk yakalananlar da yine Halil yoldaşlar olmuştu. Mersin’de ise İstanbul’dan bağımsız olarak bir takım eylemler gerçekleşiyordu. Bir eylem İstanbul’la aynı zaman denk getirilmişti.

1989’da kolektifimizin önüne koymuş olduğu yönelim doğrultusunda 89, 1 Mayıs’ında İstanbul ve Mersin’de aynı gün eylem yapılmıştı. 1 Mayıs’ın içeriğine dair bir propaganda kaseti hazırlanmıştı. Kamulaştırılan arabada teybe kaset konularak işlek bir yerde 1 Mayıs’ın propagandası yapılmıştı. İstanbul’daki eylem başarılı olmuş, ama Mersin’deki eylem başarılı olmamıştı. Mersin’de de aynı eylemi yapmak için hazırlık yapılmış, araba kamulaştırılmıştı. Araba ile yola çıkan çıktıktan sonra –kamulaştırmadan sonra- araba iki-üç metrelik bir yerde takla atmış, arabayı kullanan yoldaş hafif yaralı olarak kurtulmuştu. Daha sonra eylemin değerlendirmesi yapılırken inisiyatifli olan yoldaşlardan birinde belli eksiklikler tespit edilmişti. Araba sağlam bir araba değildi. Deyim yerindeyse külüstür arabaydı. Arabayı almadan önce daha iyi bir araba kamulaştırmak için diğer yoldaşın telkinleri dikkate alınmamış, o araba ile yola çıkılmıştı. Yolda yine, arabayı kullanan yoldaş, “bu araba sakat, başımıza bir şey gelmese” dediyse de belli bir yerde diğer yoldaşı indirir ve yoluna devam eder. Belli bir süre sonra arabanın hakimiyetini kaybeder, araba takla atar. Ve yaralı şekilde kurtulur. O eylem tam başarılı olmamıştır. Bu durum değerlendirilmiş, inisiyatifli olan bir yoldaş, Polat ve Halil yoldaş tarafından eleştirilmiştir. Yaralı kurtulan yoldaşı telkin etmek, sakinleştirmek de Halil’e düşmüştür. Daha sonraki süreçte ciddi anlamda düşmana darbe vurmak için de hazırlıklar yapmaya başlanmıştı.

Bu noktada Polat ve Halil yoldaş iyi bir askeri eylem örgütleyicisi idi. Bilhassa Polat İyit yoldaş. Tam olarak Mersin’de bir askeri komite yapılanması yoktu. Ama askeri komitenin yapacağı eylemler önlerine hedef olarak konmuştu.

Askeri eylemler olarak ciddi hazırlıklar vardı. Ama bundan önce yine kolektifin maddi sorununu çözmek için bir kamulaştırma eylemi yapılmalıydı ve yapıldı da. İstihbarat hazırlandı. O zamanki para ile yüklü bir para değildi, 89 yılında. En fazla 10-15 milyon çıkacağı biliniyor, tahmin ediliyordu. O günkü duruma göre para az ya da fazla olabilirdi. İstihbaratı getiren yoldaş da aynen böyle demişti. Yer tespiti yapıldı. Kaçta gelip kaçta gittiği planlandı. Sabah ya da gece yapılması gerekiyordu. Sabah giderse 8:30’da işe gidiyordu. Ya da bazen öğleden sonra gidiyordu. Ama gece 23:00 civarı eve geliyordu. Vardiyalı çalışıyordu. Öğleden sonra işe giderse 23:00 civarı geliyor. Sabah giderse akşamüzeri geliyordu. İstihbarat tam olarak netleşmişti. Yer soruldu. Halil yoldaşa gösterildi. Saatler ve arabanın kaçta gelip gittiği, arabanın markası vb. detayına kadar verilmişti. Bir aksilik olması söz konusu değildi.

Kamulaştırma eylemini Halil ve bir başka yoldaş gerçekleştirilmişti. Kamulaştırma eylemi sonrası Halil olanları anlatınca hayli gülmüştük. Kamulaştırma gece vakti gerçekleştirilmiş. Belirlenen saatte arabanın sokağa girdiğini gören Halil yoldaşla diğer yoldaş, adam apartmana girdiğinde onlar da apartmana girmiş. Halil peşinden gider, yaklaşır. Silahı çeker ve çantayı ver, der. Adam, silahı görünce panikler. Düz duvara tırmanmaya çalışır. Panikten ne yaptığını bilmez. Halil adamı sakinleştirir; “sakin ol, canına bir zarar vermeyeceğiz; sadece çantayı alıp gideceğiz” der. Ama adam bir sefer paniklemiştir. Ne bağırır ne de başka bir şey. Sadece kedi gibi düz duvara tırmanmaya çalışır. Ama neyse ki Halil adamı sakinleştirmeye çalışır. “Bak biz şimdi gidiyoruz. Sen on dakika burada kal. Hiç bağırma. Biz gittikten on dakika sonra çıkarsın. Soyulduğunu belirtirsin” der. Ama adam ne kadar kaldı orada bilinmiyor. Daha sonra karakola gidip soyulduğunu belirtmiş.

O gün yoldaşlardan biri eylemin başarılı gerçekleştirdiğini öğrenir. Ama tahminlerinin altında bir para çıkar. Adamın halini gören yoldaş da gülme krizine girmemek için kendini zor tutuyormuş. Çünkü adam hala yaşadığı şoku atlatamamış. Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi.

Daha sonra Halil’i gördüğünde “ya adam senden çok korkmuş(!) Tipin bozuk değil, yakışıklı bir yoldaşsın. Ne yaptın da adama bu kadar korktu” dediğini eklemişti Halil. Ama Halil hemen cevap vermişti: “Ya o duvarlara tırmanmaya çalıştığı için, onun için korkmuştur. Duvarlara tırmanılır mı? Adamı tutuyorum, sakin ol diyorum, ama adam bir bana bakıyor bir silaha bakıyor. Silaha baktıkça duvara tırmanmaya çalışıyor. Duvarlara tırmanamadığı için yorulmuştur…”

Halil’in burada iki özelliğini özellikle belirtmek gerekirse, bir, hazır cevaptır ve bundan da önemlisi ikincisi askeri eylemlerde soğukkanlıydı. Tanık olduğum bir olay vardı; Yine bir eylemde İstanbul’da araba kamulaştırılmış, araba bozulmuştu. Zaten, bu bozuk arabalar bizi mi buluyor, diye düşünmeye başladım. Daha sonra da bu tür şeyler başımıza gelmişti.

(…)

O zaman 2000’e Doğru dergisinde Tuzla Katliamı’nda sorumluluğu olanlardan Engin Kaya haini, İsmail Hakkı Adalı, Reha Şen, Fevzi Yalçın, Kemal Soğukpınar yoldaşların katline neden olmuş ve daha sonra aşağılık ilişkilerini 2000’e Doğru dergisine anlatmıştı. 2000’e doğru dergisinde Halil Çakıroğlu yoldaştan da bahsediyor. Ama örgütlü olup olmadığını bilmiyordu. Sadece ismi çıkmıştı. O zaman, ne olur, diye konuşmalarımız olmuştu.

Halil Mersin’de ayrılmıştı. Aslında daha çok evden ayrılmıştı. Ara sıra görme durumumuz oluyordu. Temiz elbise vb götürüyorduk bir yoldaşla. Elbiselere sıkıca sarılmıştım. Bir yere misafirliğe gittiğimizde ev sahipleri, “ya, poşeti bir yana bıraksana. Hazine mi ki öyle kucaklamışsın” demişti. Bilmiyor ki beni için hazineden önemli. Yoldaşıma götüreceğim, gideceğim onların vasıtasıyla.

Halil geziyordu. Bir duyardık Ankara’ya gitmiş. Bir duyardık ki İstanbul’da.

Bir şey çıkmayınca geri gelmişti. O süreçte Polat yoldaşla görüşmeler oluyordu.

Bir konuşmada Polat yoldaş birkaç yerin aynı anda basılacağını, taranacağını belirtiyordu. O eyleme Polat yoldaş da geleceğini belirtiyordu. Ama bir araç lazım oluyordu. Araç meselesini, yine kamulaştıracaktık. Araba işi kolay, önemli değil demiştim. Arabaya bineriz, eylem yerine gelince, silahlar patlamaya başlarsa şoförü indiririz. Rahat çekiliriz diye düşünmüştüm.

İşin ters tarafı o gün Halil gelmişti. Yoldaşlar, Polat yoldaşla görüşmede Halil’in tekrar geldiğini belirtmemi istemişti. Belki görüşürler diye. Ben de Halil’in geldiğini belirttim. Polat yoldaş durdu, “o zaman bir duralım. Halil’le de görüşelim. Sonra karar veririz” dedi.

Halil kısa bir süreliğine ayrıldı. O zamanki süreçte birkaç gün sonrasına randevu verdi; oraya gel, demişti. Tamam, diyerek ayrılmıştık. Randevu gecenin bir vakti, yine, yanlış hatırlamıyorsam 22:00’da ve yedeği 22:30’daydı. Mersin’in en işlek yerinde. Akıl karı değildi. Ben daha çok Halil’in tanınacağı endişesini taşıyorum. Engin Kaya haini yüzünden. (Engin Kaya daha sonra Devrimci Sol-DHKP-C tarafından alınıp sorgulanıyor ve cezalandırılıyordu). Onun tüm tanıdığı insanların ismini vermesinden dolayı.

 

AHMET ŞAHİN GELİYOR!

Ahmet’i Halil yaşıyordu yaşayacak

İsimsiz bir ülke

Adına Kürdistan diyorlar

(Biz ise Türkiye Kürdistanı deriz)

bir gerilla iki yoldaşıyla şehit düşer

biri Halil

biri Süheyla

biri Munzur

isimsiz ülkem gibi

adsız kalmasın istedik yoldaşlarımız, şehitlerimiz

ve ülkemin toprağına kanlı boyunca yattılar.

Zemheri bir günde, Nisan’da

Toprak üşüdü, yürek üşüdü

Ve biz o topraklarda

Kan güllerini büyüttük

Kan güllerini sevdik

O topraklarda

Toprağı sevdik yoldaşımız diye

Ne bakarsın Munzur Dağı

Yalan mıdır? Yalan mıdır?

Ne bakarsın

Sen söyle… sen söyle

Kaç yiğit yoldaşım

Boylu boyunca

Koynunda yatar

Sen söyle… söyle

Ben saymasını unuttum

Ve ben kara Halil’imi

Komutan Hemo’yu Ahmet’imi

Yoldaşlarımı sana uğurlarken

Senin koynunda olacağımı bildiğim halde

Ülkem gibi isimsiz kalmasın diye

Yiğitler yaşar şehitler ölmez dedin

Ve ben senin o görkemli

Güzelliğine vurgunum

Tıpkı yoldaşlarımın vurulduğu gibi

Vurgunum sana yüreğim seni taşır

Halil’imi Ahmet’i taşıdığı gibi

Ahmet’i Halil yaşıyor

 

O gün randevuya erken gittim. Bir kolaçan ettim temiz mi ortalık diye. Kendimden yana bir şüphem yoktu. Düşman bizi tanımıyordu. Olur ya, yine de tedbiri elden bırakmadım. Dolaşarak gitmiştim randevuya, randevu yerine üç yoldaş geldi. Tabi onlar beni önceden fark etmiş. Halil ile bir yoldaş beni fark etmiş. Ahmet Şahin de fark ettiğini söylüyordu. Takılıyordu. Duruşumdan birilerini beklediğimi anlamış(!) Kesin bu devrimcidir diye düşünmüş. Yolda yürürken bunları Ahmet Şahin söylüyordu. Lafın altında kalmamak için, öğretmenim gibi -Halil gibi- yanıtı anında yapıştırmıştım. Ne var ben de sizi fark ettim. Üç kişi bu saatte olsa olsa devrimci olur demiştim. Onun da yanıtları hızlıydı. Halil hemen imdadıma yetişti. “Ya iki saattir yolda sorup duruyordun. Nasıl bir yoldaşla tanışacağız. Buraya gelene kadar da tanımadı. Hiç çamura yatma şimdi, hem sen bizim arkamızdan geliyordun, nereden gördün. Randevu yerini bile bilmiyordun. Onu bırak, sanki 50 yıllık Mersinlisin de tanımışsın. Hadi oradan” diye yüklenmişti.

O akşam yolda yürürken öğrendim, yine bir kamulaştırma eylemi yapılacaktı. İstihbarat hazırdı. Üç kişi yapacaktık. Halil, ben ve Ahmet Şahin. Malzeme o kadardı. Aslına bakılırsa bir malzeme eksikti. Olay yerini gece gördük. Sadece günü bekleyecektik. O gün Halil üstünde bir silah olduğunu belirtti. Biz şaşırdık. Gecenin bir vakti bir arsada top oynanan yerde Halil silahını çıkardı. 7, 65, ufak bir silah.

Silah 1980 sonrası toprağa gömülmüş ve uzun yıllar çıkartılmamıştı. Halil isteyince vermişler. Gecenin bir vakti Halil’le üç yoldaş silahı elimize aldık. Gecenin karanlığında içinde üç dört tane de mermi vardı. Silahı tam görememiş olsak da, ki gece karanlıktı. Ama biz yine işin esprisindeydik. Silahı elimize alınca şaşırdık. Mekanizma çalışıyor muydu, tam hatırlamıyorum. Ama biz yine de bu durumda dalgamızı geçmeyi elden bırakmadık. Halil, bu çakar, olmaz kesin elimizde kalır, patlamaz seni kandırmışlar gibi. Silah yerine paslı bir demir vermişler sana. Acayip kandırmışlar. Halil bu lafın altında kalır mı? Bizim saldırımızı püskürtmek için yine de bir ton laf etmişti. “Eee o zaman siz de gidin bir tane bunun gibi paslı demir bulun… Sizin örgütçülüğünüzü göreyim” demişti. Ahmet Şahin’in aklından ne geçti bilmiyorum. Ama bir inşaat bulsaydık, kesin orada Ahmet ya da ben bir demir bulurduk. O zaman da şunu söyledik; “Ya iki tane demir tamam bulacağız. Hem bu çalışmazsa bizim demirlere gözünü dikme”.

Kamulaştırma eyleminin gününü bekliyorduk. Ama şöyle bir ters tarafı vardı. Eylem yeri Halil’lerin evine oldukça yakındı. Nasıl olacaktı? Eylemi üç kişi yapacaktık. Planlamaya göre bu durumdan kaynaklı olarak Halil güvenliği alacaktı. Çok zor durumda kalınmadıkça müdahale etmeyecek. Açığa çıkmayacaktı. Eylemi Ahmet Şahin’le birlikte gerçekleştirecektik. O zamanki planımıza göre açığa çıkma durumumuz yoktu. Zaten eylemin yeri öyle bir noktadaydı ki yol üstüydü, ama mahalle içindeydi. Yani yapılmaması için hiçbir engel yoktu. 89 yılında Mersin’de Askeri Komite yoktu. Ama Askeri Komitenin işlerini yapıyorduk. Doğru düzgün silahımız bile yoktu. Ama partinin devrimci atılımına oradan yanıt olmak için devrimci görevleri yerine getirmek gerekiyordu. Bu kararlılık vardı her bir yoldaşta. En küçük görevden en büyük göreve kadar her yoldaş hazırdı. O dönemde yoğun pullama yapılmıştı, bildiri dağıtılmıştı. Askeri eylemlerin yanısıra bu tür faaliyetlerde yapılmaktaydı.

Ahmet Şahin gelene kadar bir kamulaştırma eylemi yapılmıştı. Bir de 1 Mayıs 1989 tarihinde propaganda amaçlı araba kamulaştırılmış, eylem başarılı olmamıştı. Onun dışında pullama yoğun bir şekilde diğer yoldaşlar tarafından yapılmıştı. Ahmet Şahin’in gelmesiyle elbette farklı eylemler yapılacaktı. Bunu biliyordum. Zaten bir kamulaştırma eylemi hazırlığımız vardı. Süreç içinde o eylemi yapmaktan vazgeçtik.

Bu eylemi yapmak için Polat yoldaştan bilgi almalıydık. Polat yoldaşı beklerken farklı eylemlerin ortaya çıkması bizim için sürpriz olmazdı. O süreçte Polat yoldaşı bekliyorduk. Ahmet Şahin de zaten akraba çevresindeydi. Aile olarak Halil yoldaşlarla tanışıyorlardı. Ama iki aile geçmiş zamanda küsmüşlerdi öyle kalmıştı. Aileler küs ama çocuklar küs değildi.

Ahmet Şahin yoldaşın bilinmeyen bir özelliğini anlatayım. Bu bir spekülasyon değildir. Halen yaşayan yoldaşlar var onlar tanıktır. Ahmet Şahin, Kürt ulusuna mensup emekçi bir ailenin çocuğu olarak 1965 yılında Elbistan’da doğdu. Tıp Fakültesi öğrencisiydi. 4. sınıfa gidiyordu. Ankara TMLGB il komitesi üyesiydi. Ankara’da TMLGB’nin inşa edilmesinde önemli görevler yüklenmiş, sorumluluklar almış bir yoldaştı. Kürt olmasından dolayı, Ankara’ya ilk geldiğinde belli birkaç arkadaşla -ki daha devrimci düşüncelerle yeni yeni tanışıyorlar. Ama partisiyle ile bağlantısı yok denecek kadar az. O arkadaş grubu o zamanlar bir Kürt partisi, Kürt devrimci örgütü kurmak istiyorlar. Bunda PKK’nin 15 Ağustos atılımı ilk kurşunun önemli bir rolü olsa da, PKK’nin atılımından dolayı böyle bir düşünce oluşuyor. Ama bu daha çok espri mahiyetinde dile getiriliyor. Öyle ciddi bir hazırlık, araştırma vb. yapılmıyor.

Ama şurası gerçek; o günkü tartışmalar içinde önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kitabını okuyorduk. Toplu olarak eğitim çalışması yapıyorduk. Halil’le Ahmet bir tartışmaya girdiler. Hatırladığım kadarıyla ulusal sorunun almış olduğu biçimden dolayı T. Kürdistanı’nda ayrı bir örgütlenme gibi bir düşüncesi vardı.

Halil bastırıyordu, İbo yoldaştan alıntılar okuyordu, ulusal soruna dair. Ahmet Şahin yoldaş ise “ben böyle düşünüyorum, araştırmam lazım” gibi yanıtlar veriyordu. Daha sonra Ahmet yoldaşı tanıyan bir yoldaşla konuşmamızda ulusal soruna dair farklı bir yaklaşımı olduğunu belirtmişti. Gerilla savaşı noktasında hazırdı. Hatta belli bir süre gideceklerini tahmin bile ediyorduk. Ama bizim ekip –Mersin’deki o dönem yoldaşlar- hepimiz bir anda gerilla oluruz diye beklentimiz vardı. Zaten başından beri kendimizi ona göre hazırlamıştık. O ekipten üç yoldaş dağa çıktı sonraları.

(…)

Ahmet Şahin yoldaş aynı zamanda çok esprili biriydi. Doktor olduğunu öğrenmiş, biliyorduk. Rahatsızlıklarımızı söylüyorduk, o da tedavi ediyormuş gibi tavırlar takınıp “bak şimdi yoldaş sana bir aspirin yazıyorum. Hiçbir şeyin kalmaz aspirin içince” der, kimin neresi ağarırsa aspirin için derdi. Ahmet’le Halil bir araya geldi mi ortalık curcuna olurdu. Yüksek sesli konuşmalar, espriler, sürekli birbirine takılırlardı.

Bir gün Polat yoldaşla görüşmeye gidilecekti. Kadın yoldaşlar da var yanımızda. Karakol baskınından önceki günlerde. Tahminime göre karakol baskının kararı orada iletildi yoldaşlara. Polat, Halil ve Ahmet Şahinle üçlü bir görüşme yaptılar. Birkaç saat sonra gelmişlerdi. Yemek yedik sohbet ettik. Ahmet’le Halil güreşe tutuştular. Halil zayıf ama ataktı. Ahmet yoldaş biraz daha topluydu Halil’e göre. Artık akşam olmak üzere. Dönüş yolun girdik. Mersin’de böğürtlen ağaçları vardır. Dikenli; yemek isteyen ellerine dikenin batmasını göze alması lazım. İlk önce Halil yol kenarındaki böğürtlenlere yaklaştı. Ardından Ahmet. Daha sonra da ben.

Bizim ekip sigara içmiyordu. Ama Ahmet Şahin yoldaş sigara içiyordu. O zaman içmememizin verdiği duygularla “ya yoldaş niye sigara içiyorsun, zararlı değil mi; yazık değil mi ciğerlerine” demiştim. Ahmet yoldaş da “ya boş ver kivrem, TİKKO’cular zaten fazla yaşamaz. Hızlı yaşa genç öl, cesedin yakışıklı olsun” demişti.

Halil de demli ve şekersiz çay içerdi. Ahmet ise sigara ve çay içerdi.

Daha sonra eve geldik. Yanılmıyorsam ya aynı gündü ya da birkaç gün sonraydı. Bizim ekip yine evde toplanmıştık. Bir suskunluk vardı hepimizde. Ne olacağını az çok tahmin edebiliyorduk. Ayrılık vakti gelip çatmıştı. Her zaman espriler yapan Ahmet o gün fazla espri yapmadı. Espri yapmamasını bir şeye yormadım. En azından ben yormadım. Ama bir suskunluk olduğu görülüyordu. Fırtına yaklaşıyordu, yine ayrılık mı olacaktı? Halil’i bir daha görebilme imkanımız olacak mıydı? Ekip olarak kendimizi hep birlikte dağa şekillendirdiğimiz için erken bir hazırlığa en azından hazır değildik. Diğer yoldaşlar ne düşündü o süreçte ben bilmiyorum. Sohbetini yapmışızdır mutlaka. Ama onlar da erken bir ayrılığa hazır değildi.

Bizim ekip öyle bir ekipti ki günün belli bir bölümü birbirleriyle görüşüyorlardı. Hatta bazıları 10-13 saat uykudan kalan saatler dışında yanyanaydı. Evler yakındı. Akraba olunmasının da payı vardı elbette. Ama o ekip birbirine bağlıydı. Şimdi o ekipten belki bir bölümü başka yerde. Ama yine de mücadele içindeler. O ekipten evlenenler oldu. Halil çocukluğundan beri sevdiği bir ile evlendi. 1993 yılında Bayrampaşa’dan firar edip özgürlüğüne ulaştığında sevdiği de ardından gitmişti.

Halil evde her bir yoldaşla ayrı ayrı görüştü, konuştu. Ve hiçbirimiz birbirimize Halil tarafından söylenmiş şeyleri söylemedik. En azından ilk anda. Sıra bana gelmişti. Halil gideceğini söylüyordu. Ahmet Şahin yoldaşla o zaman çok kötü olduğumu belirtmeliyim.

Halil’i çok seviyordum. Halen de seviyorum. Ayrılmak istemiyordum. Kafamız hep birlikte hareket etmeye endeksli olduğundan bir ayrılık acı gelecekti bana. Bunu biliyordum. “Yoldaş bende geleyim” dediğimi biliyorum. Duygusal bir atmosfer oluşmuştu. İkimiz de ayrılmak istemiyorduk. Ama bir yerde ayrılık kaçınılmaz duruyordu. Alışmak gerekiyordu belki de buna. Alışmak ne kadar zor olsa da. Ayrılık kapıyı çalınca, eyvallah demekten başka yolumuz yok. Bunu kabul ederiz ve o gün eyvallah, madem ki böyle olması gerekiyor, boynumuzu eğeriz.

Halil benim öğretmenim. Halil benim yoldaşım. Ve bizim insan olan yanımız; insan gibi insan olan yanımız. Yoldaşlığı, dostluğu, arkadaşlığı, sevgiyi ben ondan gördüm.

(…)

Bazen faaliyet alanında, mücadele içinde olan yoldaşlar kendilerine en yakın olan insanlarla daha iyi arlaşır. Bu gayet doğaldır. O zamanda bizim faaliyette böyle bir ekip vardı. İş bitirici bir ekip. Her işe kalkışan, başarılı olan ekip. Bu, yoldaşlık duygusunun gelişmiş olmasından kaynaklanıyor. Her insan yaşamıştır bunu.

Gün geldi. Ayrılık vakti geldi çattı. Çantalar hazırdı. Ben yine son kez şansımı deneyeyim dedim. Çantalardan birini aldım. Uyanıklık yaptım. Ama Halil benden de uyanık. “Hayrola ne iş?” dedi. “Ya yardım edeyim, ben de geleyim” dedim. “Sen kal yoldaş, konuştuğumuz gibi. Beni bekle. En kısa zamanda seni çağıracağım” dedi. Çanta taşıma işi ile kandıramadım Halil’i, Ahmet de gülüyordu. Halil sözünü tutan yoldaştı. Ve bu noktada da yanılmadım. Güvenim boşa çıkmadı. Her ne kadar her gün haber beklemede, haber aylar sonra gelmişti.

Bu duygunun bir benzerini 1996 ÖO’dayken yaşamıştım. Şehitler veriyoruz. Elimizden bir şey gelmiyor. Sıramızı beklemekten başka ve o süreçlerde ölürsem, şehit düşersem, Halil’in yanına gömülmek isteğim vardı. Bilincim gidip gelmeye başlarken hep onu düşündüm.

(…)

Ahmet’le Halil’i uğurladık. Bir boşluk doğdu. Uğurladıktan sonra aradan ne zaman geçti tam bilmiyorum, hatırlamıyorum şu anda. Ama tahminen bir hafta geçmiştir ya da geçmemiştir. Çalıştığım işyerinde sabah bir haber aldım. Osmaniye Mahallesi polis karakolu basılmıştı. İki kişilermiş. Biri ölmüş, biri kaçmış denmişti. Halktan bir insan da ölmüştü çatışmada. Ölenin ismini bilmiyorduk.

Daha sonra Ahmet Şahin yoldaşın şehit düştüğünü öğrendik. İçimde bir fırtına koptu. Ahmet Şahin yaralı yakalanıyor; sonra düşman tarafından katlediliyordu. Bunu öğrenmiştik. Kaçan ise Halil’di. Halktan insan nasıl ölmüştü? Halil neredeydi? Kısa bir süre sonra Halil temas kurdu. Yaralıydı. Bacağından yara almıştı. Diz kapağının oradan kurşun girmiş çıkmış. Ama kemiğe denk gelmemişti. Yarası iltihaplanmıştı. Yaralı bir şekilde oradan uzaklaşması mucizeydi. Tek tesellimiz bu olmuştu. Bir yoldaşımızı şehit vermiştik, bir yoldaşımız da yaralıydı. Acil bir şekilde kimlik hazırlamamız gerekiyordu. Onu hallettik hemen.

Zaten Ahmet Şahin’in kimliği ortaya çıktıktan sonra, her tarafta bilinen akraba evleri basılmaya başlamıştı. Ahmet Şahin yoldaş Ankara’da Tıp Fakültesi’nde okuyordu. O dönem o kitle ne kadar bizle şu ya da bu şekilde ilişkisi olanlar toplanmıştı. Sonuçta açık bir mücadele veriliyordu. Düşman Ahmet Şahin ve diğer yoldaşları tanıyor, Partizancı olduklarını biliyordu ve insanlar işkenceye alınıyordu. Ama Ahmet Şahin’in bağlantısı bilinmiyor. Halil’le birlikte Ankara’dan ayrıldığını düşman öğreniyordu. Ahmet Şahin yoldaş şehit düşünce Ankara’da yapılan operasyonda Halil yoldaş açığa çıkıyordu. Düşman bütün akraba çevresine operasyon yaptı. Ama Halil’in yeri risk taşımasına rağmen yine de sağlamdı. Düşman Halil’i her yerde arıyordu. Çok dikkatli olmalıydık.

Bir süre daha Halil’i orada kaldı. Tedavisi devam ediyordu. Ama çemberde daralıyordu.

KARAKOL BASKINI

Cüretli devrimci bir eylem diye bahsetsek abartı olmaz bu durum.

Mersin’in Osmaniye Mahallesi’nde bulunan karakol geçmişte 1980’de işkencesi ile bütünleşen bir karakoldur. Her karakol gibi orada da işkence yapılmaktadır. Tek katlı bir yer, yol ağzında bulunan bir yer.

Karakol baskınına giderler. Halil ve Ahmet yoldaşlar malzemeleri alırlar. İki silah, bir bomba… Silahlar tabanca, küçük silahlar ve onlarla karakol basılıyor. Karakol baskınından önce elektrikler kesilirdi. Karakola direk mi saldırdılar yoksa gezip mi gittiler tam bilmiyorum. Tahminen dolaşmışlardır. Ahmet yoldaşa yeri gezdirmiştir. Herhangi bir durumda bir olumsuzluk olursa gideceği yer tarifi vb. yapılmıştır. Halil bu tür ayrıntılara önem verirdi. Elektriklerin kesik olması TİKKO savaşçıları için bir avantajdı. Karakolun sonuna kadar sokulabilirdi. Böyle de yapmışlar. Zaten karakol yol üstünde, yolun arkasından ve yan tarafından da bir sokak geçiyor. Karakol basılıp geri çekilme için koşullar uygun. Daha sonra yazdılar. “Teröristler” karakol baskınından önce elektriği kesmişler diye. “Karakol basan teröristlerden biri öldü. Bir de vatandaşımız hayatını kaybetti” diye gazetelerde haberler çıkmıştı. Karakol baskınında talihsizlik mi şanssızlık mı denir, yoksa elektriğin kesik olması mı, diğer bir boyutu mudur, böyle mi değerlendirmek gerekir bilmiyorum.

Ahmet yoldaş karakola doğru bombayı fırlatır. Ama talihsizlik mi, şanssızlık mı dediğim de budur; bomba karakolun içine değil bahçede bulunan ağacın dibine düşer. Bombanın patlamasıyla beraber karakola aynı anda Halil yoldaş silahıyla ateş etmeye başlar. Karakol ilk sinmişliği pusmuşluğunu üzerinden atıp da karakolun içine yine sinerek, yoldaşlara ateş açar. Karşılıklı çatışma çıkar bu sırada. Yoldan geçmekte olan biri karakolun basıldığını görünce kahraman olmaya karar verir. Halil’in üstüne atlar. Halil adamı iter. Silahı yöneltir. “Dayı git buradan seninle işimiz yok” der. Ama adam tekrar saldırır. Halil’le yere düşerler, yerde boğuşurlar, Halil tekrar kurtulur. Adamı yine iter. “Dayı git. Seninle işimiz yok. Saldırıp durma. Yoksa senin için kötü olacak” der. Adam tekrar saldırır. Bu sefer başka çare kalmaz. Silahını ateşler. Birkaç el ateş eder adama. Adam yere yığılır.

O arada Halil’le Ahmet’in üstüne halen ateş açılmakta. Halil adamla uğraşmaktadır. Adamla uğraşması bittiğinde Ahmet’e bakar. Ahmet yoldaş yerde yaralı yatıyor. Yarası ağırdır. O arada Halil’de bacağından yara almıştır. İlk başlarda hissetmiyor. Zaten kurşun ilk yendiğinde hissedilmez. Aradan zaman geçmesi lazım. Kemiğe denk gelmemişse, yaraladığı yer soğumaya başlarsa, o zaman kurşun yiyen insan yaralandığını anlar.

Ahmet yerde yatıyor. Yarına gidiyor. Bakıyor. Ahmet Şahin konuşamıyor. Götürmenin koşulu da yok. Ağır yaralı çünkü. Halil de yaralı. Eylemlerde gidişat her zaman bizim istediğimiz gibi olmuyor.

Eylem planında mükemmeliyetçiliği düşünülemez. Ama yarıntılar üzerine plan yapmak gerekir elbette; plan-pratik bir bütündür. Sen her şeye rağmen her türlü planını yaparsın ama senin iraden dışında bir takım gelişmeler yaşanabilir, ona da eylem anında müdahale edersin. Ve Halil, Ahmet’i orada bırakmak zorunda kalıyor. Bu olay Halil’de etki bırakacaktı. Halil mezarlığın olduğu sokağa doğru giriyor. Karşısına üç-beş kişi çıkıyor. Karakolun bulunduğu yerden ötede yaralıdır. Silah seslerini duyan sokağa çıkmıştır. Üç-beş kişi Halil’in önünü tekrar keser. Halil silah çıkarır “dağılın” der. Silahı görenler kaçar gider. Halil’de portakal bahçelerine girer. Mezarlığın yan tarafında portakal bahçeleri vardır. Önceden planlanan yere de gidemez, Halil. Açıkta kalmıştı. Ahmet Şahin yaralı. Herşeye rağmen tedbirli olmak da zorunda. Yedek bir yer de yok. Daha sonra o belirttiğimiz yoldaşın yanına gider, orada tedavisini olur.

AHMET ŞAHİN KATLEDİLİYOR!

Ahmet Şahin ağır yaralıdır. İşkenceciler yerde yakalar onu. Hastaneye götürmezler. İşkence yaparak öldürürler. Zaten ağır yaralı. Kan kaybı var. Hastaneye kaldırılırsa kurtulma ihtimali bile olabilir. Kurşun boğazından girmiş.

(…)

Ve Ahmet Şahin yoldaşı uğurladık. Diğer şehitlerimizin yanına. Cüretli ve devrimci bir eylemdi. T. Kürdistanı’nda dışında -gerilla baskını dışında- şehirlerde 80 sonrası bir karakol basılıyordu. Basit değildi. Devrimci cüret gerekiyordu ve yoldaşlarımızda ve partimizde o bilinç vardı. İyi bir örgütleyici olan Polat yoldaşta bir özellik vardı. Askeri eyleme yatkın. Halil ve Ahmet Şahin yoldaşlarda bu cüret vardı.

Partimizin devrimci mücadeleyi geliştirmede perspektifi doğrultusunda hareket ediliyordu ve doğru düzgün tecrübe, birikim vb yokken yeterli teknik malzeme, silah yokken bu eylem yapılıyor. Bu pratik adımlar daha sonra belli bir oranda gelişmenin de önünü açmış oluyordu. 1990 yılında kolektifimiz ve diğer devrimci yapılar şehirlerde bilhassa düşmana önemli oranda darbe vuruyor. Şehir askeri eylemlerinde bir artış oluyordu. Karakol baskını cüretli devrimci bir eylemdi.

(…)

Bu karakol baskınını birçok yönden değerlendirmek mümkün. Yukarıda değinmiştik. Partimiz için ve genel anlamda devrimci hareket için, T. Kürdistanı’ndaki gerilla savaşı dışında Mersin’in Osmaniye Karakolu’nun basılması ciddi bir eylem niteliği taşımaktadır. Bu olayın bir diğer yanı; karakol baskınında bir şehit verdik. Ve bu şehit bizim için çok önemli. Ahmet Şahin yoldaş TMLGB’nin ilk şehidi olma şerefine nail olmuştur. Ama biz bunu yeteri kadar anlamadık. Anlatamadık. TMLGB’nin ilk şehidi olması demek tarihsel bir önemi var demektir. Neden tarihsel bir önemi vardır? Bu noktada abarttığımız düşünülebilir. Ama gerçekten sorun abartı sorunu değil. Bunu bilince çıkarmak kavramak önemlidir.

Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği, tam olarak kendi örgütsel yapısını merkezi bir önderliğe kavuşturmadan -ki kongresini çok sonra yapmıştır-. TMLGB’nin gençlik içinde, öğrenci gençlik içinde örgütlenmesi yapılırken Ahmet Şahin yoldaş TMLGB’nin ilk şehidi olmuştur. Ve hem de ciddi bir eylemde yer alarak. Bu basit ve üstünden atlanılacak bir mesele değildir. Ahmet Şahin yoldaş TMLGB militanı olarak eylemde yer almış, karakol baskınına katılmış, çatışmada yaralanmış, ağır bir şekilde, sonra da işkence ile katledilmiştir. Ve bu anlamıyla komünist gençlik için önemli bir şehittir. Faşist diktatörlükle yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Savaşçı bir kolektifimiz var. Savaş yürütüyoruz. Bunu doğru kavramalıyız.

Çoğu zaman askeri bakış açısı ile askeri eylem yapmak birbirine karıştırılır. Her askeri eylem askeri bakış açısı, daha doğrusu, şöyle salt askeri bakış açısı ile yapılmıştır, gibi sakat anlayışlara sahip olabiliyoruz. İki şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Askeri eylemler ile salt askeri bakış açısı iki farklı şeydir. Askeri eylemler parti ideoloji Marksizm-Leninizm-Maoizm’in ışıklı yol göstericiliğinde planlanır, yapılır. Ve askeri bir bakış açısı olarak soruna yaklaşılır. Yapılan eylem askeri bir eylemse askeri bir bakış açısı olur. Ama temelinde partimizin ideolojik yol göstericiliği, parti çizgisi esas alınır. Bu iki şey karıştırılmamalıdır. Bu iki şey karıştırılırsa eylem yapan mantığa karşı çıkılır. Bir basınç oluşturulur. Burada önemli olan nokta şudur: Neyi, nasıl yapıyoruz? Evet önemli olan budur.

Partinin askerileştirilmesi ve ordunun askerileştirilmesi noktasındaki yaklaşımları Peru Komünist Partisi’nin yaklaşımlarından aktaralım:

Partinin askerileştirilmesi hususuna gelince, bizim partimiz tamamen Halk Savaşı deryasına dalmıştır. Tüm üyelerini savaşın içinde şekillendirir. Kısacası merkez komitemizin kararlaştırdığı gibi ‘Bizim merkezimiz savaştır.’ Diğer önemli sorun ortak merkezli insandır, ki özetle anlamı, parti ekseni etrafında ordunun inşası ve sayılan enstrümanların inşası, bununla beraber yeni devleti inşa için Halk Savaşı içinde kitleleri kazandırmaktır.

Göze çarpan önemli bir sorun, ‘Parti üyeleri önce ve öncelikle komünist, savaşçı ve yönetici olarak çalışır’dan hareketle devrim tarafından talep edilen üç büyük görevin yürütülmesidir. Kitle çalışmaları Halk Savaşı için ve baştan sona geliştirilmek zorundadır. Önderlik anahtardır ve bir karargah olmak zorundadır. İki çizgi mücadelesi sebatlı bir zorunlulukla her zaman geliştirilmiş, böylece Halk Savaşı için partiyi ve diğer örgütlenmeleri güçlendirmiştir. Yaşamsal ve tayin edici sorun politik hattın daha da geliştirilmesidir. Biz, Peru toplumuna, politik konjonktürüne dair anlayışımızı ve askeri hattın esasını, özellikle Peru’daki savaşın özgüllüğü ve kırların esas olduğunu unutmaksızın kırda ve şehirde savaşın nasıl iş zamanlı yapılacağı hususunu hatırı sayılır şekilde derinleştirdik. Nihayet kaçınılmaz şekilde parti üyelerinin sayısı hatırı sayılır bir biçimde çoğaldı, yanı sıra katılan köylü yüzdesi çok yükseldi ve partiye katılan genç ve kadın sayısında epey artış oldu, ki bu bazı apaçık sorunlara neden oldu. Fakat proletarya ideolojisinin güçlendirilmesi şartıyla büyük bir gelecekte bile çok önemlidir. İdeolojimizin tamamlayıcı gücü şudur ki Halk Savaşı Marksizm’in üçüncü ve en yüksek aşaması Maoizm’i, partinin daha kararlı ve daha net kavrayışını, ‘Marksizm-Leninizm-Maoizm’i yükseltmek, savunmak ve uygulamak’ görevini yüklenmeyi ve dünya devriminin komutasına onu yerleştirmeyi, yanı sıra bunun komünizme, proletarya ve ezilen haklara hizmet edeceği bilincini sağlamıştır; daha da ötesi sınıf bakışında daha kararlı kavrayışı ve Halk Savaşıyla bunu kaynaştırma, rehber düşünceyi daha da geliştirmiştir. Nihayet Halk Savaşının kendisi parti üyelerinin proletarya enternasyonalizmi içinde daha fazla eğitimini mümkün kılmıştır.

Bizim silahlı kuvvetlerimize gelince, Halk Savaşı, halk yığınları ve parti halk gerilla ordusunu yaratmıştır ki; parti vasıtasıyla tesis edilen devrimin politik görevlerini yürütmek için proletaryanın uluslar arası deneyimleri vasıtasıyla kendini aldığı görevlere adamış yeni tipte bir ordudur. Bu görevleri; savaşmak, üretmek ve kitleleri harekete geçirmektir. Kitlelere politik eğitim vermek onları hareket ettirmek, örgütlemek ve onları silahlandırmak anlamına gelir. Bu ordu kayıtsız şartsız ‘Parti silahlara kumanda eder ve silahın partiye hükmetmesine asla izin verilmez’ ilkesine göre parti önderliğindedir. İdeolojik çalışma ile inşa edilmiştir, temelinde Marksizm-Leninizm ve Maoizm ve onun uygulanması Rehber Düşünce, partinin genel hattı ve politikaları vardır; ordunun kitle çalışması kadar ordu içinde tüm politik çalışmanın önderliği partidedir. Yanı sıra ordu içinde parti örgütlenmesi vasıtasıyla ordunun politik inşası tamamlanmıştır. Ordunun askerileştirilmesi, Halk Savaşı, partinin askeri hattı ve planları teorisinin üzerine inşa edilmiştir.” (Dünya devrimine hizmet için Halk Savaşını geliştir. Peru Komünist Partisi, Partizan, sayı: 26, s. 73-74)

Mersin’in Osmaniye Mahallesi’nin karakolunun basılması bu temelde ele alınıp değerlendirilmelidir. Partinin askerileştirilmesi, ordunun askerileştirilmesi… Soruna bu temelde yaklaşmazsak; gittiler, yaptılar, şehit düştüler deriz. Ama şehit düşen yoldaşımız açısından soruna bakarsak, bu askeri eylemin tarihsel bir önemi vardır. Nedenleri noktasında, 1980 sonrası yapılan ilk ciddi eylemlerden biri olma özelliği taşımasıdır. Ve bu durum aynı zamanda partimiz içinde önemli ve ondan da önemlisi TMLGB’nin nitelik şekillenişi ile direkt ilgilidir.

(…)

Bu kolektife adımını atan her bir insan şunu gayet açık ve net bir şekilde bilir. Savaş yürüten, Halk Savaşı/Gerilla Savaşı veren bir parti ve onun yol göstericiliğinde ordusu var. Ve bu ordu silahlarla savaşıyor. Ve peşinen şu kabul edilir: partiye adım atıyorsak, onun saflarında savaşıyorsak, bu işte ölüm de tutsaklık ta vardır. PKP’nin ilk kurucusu Jose Carlos Mariatequi yoldaş şunları belirtir; “… Tutuklama, sürgün ve hapishaneleri göze alacak kararlı insanlara sahip olmadan bu düzeni değiştiremeyiz. … Bir devrimci için tutuklama basit bir iş kazasıdır.”

“… tarihin insanlara yüklemiş olduğu belli görevler ve sorumluluklar vardır. Tarih büyük bir çalışkanlıkla herkesin kendi üzerine düşen görevi büyük bir sorumlulukla yerine getirmesini bekler…”

Yani savaş yürütmeye gelen bir insan her şeyi göze alır. Savaşta temel prensip; düşmanın imhası, kendi güçlerinin korunmasıdır. Buna rağmen eğer kayıplar verilirse en aza indirgenmelidir. Ahmet Şahin yoldaşı bu yanları ile ele alıp değerlendirdiğimizde daha gerçekçi sonuçlara ulaşmamız mümkündür.

 

(…)

TMLGB deyince akla ilk gelen şehit düşmüş yoldaşlar büyük emekleri olanlar Ahmet Şahin, İsmail Oral, M. Ali Çakıroğlu, Mehmet Demirdağ yoldaşlar gelir.

  1. Ali Çakıroğlu TMLGB’nin ilk Genel Sekreter Yardımcısı, Siyasi Büro üyesi olarak 93 yılı Temmuz’unda şehit düşmüştür. Mehmet Demirdağ yoldaş ise TMLGB Genel Sekreterliği yapmış, daha sonraki süreçte partimiz yapmış olduğu 2. OPK (Altıncı Konferansta) da Parti Genel Sekreterliğine seçilmiş, 97 yılında şehit düşmüştür. İsmail Oral yoldaş ise; TMLGB’nin aktifleşmesinde en aktif yer alan yoldaştır. Şehit düştüğünde BABK üyesidir. Düşmana karşı yapılan bir saldırıdan, ekip otosunun taranmasından sonra düşman açıkta olan yoldaşları katletmiştir. Ve bu yoldaşlar TMLGB’nin yapısına kanlarıyla harç olmuşlardır.

SON SÖZ YERİNE

Bir kez daha “parti ve kitleler var olduğu müddetçe her türlü mucize yaratılır.”

Olmazı olur kılar, yapılmazı yaparız. Yeter ki şehitlerimizden öğrenelim.

9 Eylül 1989 Türkiye proletaryası ve azametli halk kitlelerinin yiğit evladı olan Ahmet Şahin yoldaşın ölüm yıldönümüdür.

9 Eylül 1989 TMLGB’nin ilk şehidini verdiği gündür.

Ahmet Şahin yoldaş ölümsüzdür!

(Bir yoldaşı)