BİR PARTİZAN | Çin Devrimi ve Maoizm

“Ancak uçurumun ağzında mevcuttur böylesi muhteşem bir manzara” , “Yangını ben başlattım”, “Enginleri fethetme ruhuna sahip değilseniz, Marksizm-Leninizm’i öğrenmeye kalkmak çok tehlikelidir.”

BPKD’ni anlatırken kullandığı bu ifadeler Mao Zedung’un devrimi, devrimciliği kavrayışını açıklıkla, yoruma yer vermeyecek şekilde anlatmaktadır.

Mao hayatı boyunca enginleri fethetmek için yer göğü sarkan pratiklere girmiş, yangınlar çıkarmış ve gerektiğinde tekrarlamak için her zaman hazırlıklı olmuştur. Mao için, uçurumun ağzında sürdürülmeyen bir devrimcilik en fazla mevcut olanı korumayı başarabilir -ki bu da geçici bir süreliğinedir-. Böyle bir devrimcilik, zaferi getirmekten çok uzaktır. Uçurumun ağzında yaşamak ise en yükseğe kadar zirveleri zorlamak aynı zamanda her an düşme riskini göze almaktır. Fakat sonuç olarak ezilenlerin mücadelesini hakkıyla sürdürmektir.

Mao’nun tüm yaşamı hem mecazen hem de gerçek anlamda dağların tepelerine tırmanarak ve uçurumun kenarlarında her an düşme ve paramparça olma riskini taşıyarak geçmiştir. Kültür Devrimi’nden kısa bir süre sonra Çiang Çing’e şu sözleri yazmıştır:

“Kişi ne kadar yükseklere tırmanmaya çalışırsa, düşüşü o kadar feci olur. Ben de paramparça edilmeye hazırlanıyorum.”(Mao Zedong, Seçme Eserler, C:6 Syf:361)

Bu yaklaşım dengenin göreli dengesizliğin mutlak olduğu anlayışından hareketle, sınırları sonuna kadar zorlamadır. Çelişkinin yaşamın her alanında olması, bir devrimcinin yaşamının hiçbir zaman sakinlikle geçmeyeceğini bilmek, her zaman alt üst oluşların ve karmaşanın var olacağını ve her an paramparça edilebileceğini bilmek demek demektir.

Enginleri fethetmek, yeri göğü sarsmak için ortaya çıkan sorunların üzerine gidebilmek, der Mao. Lehine çözmeye çalışmak; körü körüne inançla, ‘sıkışan’, ‘hapsolmuş’ beyinlerle, araştırmayan-sorgulamayan, sentezlemeyen ve pratiğe girmeyenlerle gerçekleşemez. Mao’nun tüm yaşamı, kendisine sunulan ‘çözümleri’ olduğu gibi kabul etmemekle, sorgulamakla geçmiştir. Bu elbette ki sorunlara vakıf olma, araştırma ve çözme iradesini göstermesiyle ilgilidir. ÇKP içerisinde tek kalmasına, SSCB ve Komintern’in tüm telkinlerine rağmen Çin’in özgünlüklerine gözünü kapamamış, kitlelerin içerisinde kalarak ulaştığı sonuçları ÇKP’ye sunmaktan, savunmaktan ve pratiğe geçirmekten yorulmamıştır.

‘Yaşamındaki en acı ve en zor şey’in ne olduğu sorulduğunda Mao buna “Parti içi mücadeleler” cevabını vermiştir. (Sabah Tufanı 2-24) 1974 yılına gelinceye kadar ÇKP içerisinde 10 büyük mücadele yaşanmıştır. Bu çizgilerin sonuçları bazen on binlerin katliamıyla, bazen ÇKP’nin örgütlülüklerinin, güçlerinin büyük oranda dağılmasıyla sonuçlanmıştır. Fakat tüm bunlara rağmen, parti içi yaşanan gelişmeler, ortaya çıkan mücadelelerde temel alınan yan, ÇKP’nin birliğini korumak oluştur. Mao parti içi mücadeleleri kadroları eğitmek, bilinçlerini ve düşüncelerini derinleştirmek için kullanıyordu. Enginleri fethetme cesareti burada yanlışların düzeltilebilmesi için olağan sınırların aşılması şeklinde, ortaya çıkıyordu.

Mao’nun her alandaki çelişkileri sonuna kadar zorlamasının en önemli sonucu günümüzde Maoizm dediğimiz öğretinin Marksizm’in özgülleşmesi/evrenselleşmesi şeklinde hayat bulması olmuştur. Marksizm’in Avrupa topraklarından ilk çıkışı Leninizm’i ortaya çıkarmıştır. Maoizm, Leninizm’den de güçlü bir silah haline gelebilmesinde çok önemli bir yer tutmuştur.

Marksizm’in evrenselleşmesinde ikinci halka Maoizm

Mao, hayatını kaybetmeden kısa bir süre önce 1976 yazında Hua, Çiang Çing ve birkaç yoldaşına daha şu sözleri söylemiştir:

“Hayatım boyunca iki şey yaptım; Birincisi Çan Kay-Şek ile on yıllarca savaşmış ve onu birkaç küçük adaya sürmüş olmamdır. Savaşarak Pekin’e ve nihayet Yasak Şehir’e ulaştık. Yaptığım ikinci şeyin ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Bu, Kültür Devrimi’ni başlatmaktı. Bunu artık pek az kişi destekliyor ve pek çok kişi karşı çıkıyor. Ancak bu mesele henüz sona ermiş değildir. Gelecek kuşaklara emanet edilmesi gereken bir mirastır bu. Nasıl emanet edilmelidir? Barış içinde olmazsa, kargaşayla. Eğer uygun biçimde emanet edilmezse, kan dökülecektir. Ne yapacağınızı ancak Tanrı bilir.” (Philip Short, Mao Zedung: Bir Yaşam, S: 557-558)

Mao’nun hayatı boyunca yaptığı bu “iki şey”  kendisinin sözlerini kullanırsak, enginleri fethetmeye cesaret eden bir Marksist Leninist’in sürekli mücadelesiyle olmuştur.

Çin’in yarı feodal yarı sömürge özelliğinin KP önderliğinde bir devrime engel olarak görülmesi, demokratik devrimi başarmanın komprador burjuvazinin temsilcisi olan Guomindang’ın görevi sayılması, devrimin stratejisinin ve taktiğinin belirlenmesinde en büyük engellerden olmuştur. Dönemin tüm KP’leri üzerinde çok büyük bir etkisi olan SBKP’de, ÇKP’nin esas olarak işçiler içerisinde örgütlenmesini ve Guomindang’la birlikte hareket etmesini “öğütlüyordu.” Oysa SBKP benzer nitelikte tartışmaları Şubat’tan Ekim’e giden yolda yaşamış ve Lenin’in müdahalesiyle devrimci bir tarzda çözmüştü. Şubat’ta iktidarı ele geçiren burjuvazinin elinden iktidarı almanın SBKP’nin sorumluluğu olduğu ancak Lenin’in Rusya’ya dönmesi ve Nisan Tezleri ile müdahale etmesi sayesinde Bolşeviklerce görülmüştü. Bu müdahaleye kadar Bolşeviklerin çoğunluğu aslında 2. Enternasyonal’in tarihsel ilerlemesi/ekonomist paradigmasıyla düşünmüştü. Buna göre, üretici güçlerin gelişimi belli bir aşamaya gelmeden Komünistler iktidarı ele geçirmemelidir. Bu tarihin ilerleyiş yasalarının bir gereği olarak savunuluyordu. Yani tarih bilimi ile politika eşleştiriliyor ve bunun sonucu olarak pasifizme, teslimiyetçiliğe sürükleniliyordu. Oysa Lenin’e göre açlık, yoksulluk, ezilenlerin sefaleti beklemezdi. Politika, güç dengesine ve konjonktüre bağlı olarak, ezilenlerin ve ezenlerin durumu değerlendirilerek üretilirdi. Bir KP’nin görevi ister sonuna kadar gelişmiş bir kapitalist-emperyalist ülkede olsun, isterse yarı feodal olsun iktidarı ele geçirmek, üretici güçlerle birlikte üretim ilişkilerini(mülkiyet ilişkileri, iş bölümü ve ürünlerin bölüşümü) sosyalist tarzda değiştirmektir. Lenin’in tarihsel ilerlemeci/ekonomist anlayışı, Nisan Tezleri’yle ve Ekim Devrimi’nin kendisiyle aşmasından sadece 6-7 yıl sonra ÇKP’ye dayatıldığını görüyoruz. Bu yanlış çizginin savunulmasında Stalin’in de önemli bir etkisi vardı.

SBKP’nin bu çizgiyi dayatabilmesinin nedeni manevi otoritesinin yanı sıra ÇKP kadrolarının önemli bir kısmının SSCB’de eğitim görmesiydi. Bu durum devrim öncesinde de, sonrasında da ÇKP içerisinde sürekli olarak çizgi mücadelelerine yol açmıştır. Guomindang’a ve sonrasında Japonya’ya karşı verilen mücadele, ÇKP içindeki mücadeleyle kol kola gitmiştir. Mao Zedung tüm bu mücadeleler içerisinde H S stratejisini geliştirerek ve eldeki teorinin yaşanan pratik sorunlara cevap olmamasının bir sonucu olarak 1937’de yazdığı “Pratik Üzerine” ve “Çelişki Üzerine” isimli metinleriyle Marksizm’e en önemli iki katkısını gerçekleştirmiştir. HS stratejisi en önemli ifadesini Ağustos 1927’de ki “Siyasal iktidar namlunun ucundadır” formüllendirmesiyle bulmuştur.

“Çelişki ve Pratik Üzerine” metinleri ise Japonya’nın Çin’i işgaliyle ortaya çıkan birden çok çelişkinin olduğu durumlarda nasıl hareket edilmesi gerektiğine dair metinlerdi.

“Her iki metinde, gayet pratik ve taktik bir niyetle ve Mao’nun Marksist teoriyi yeniden formüllendirmesinin altında yatan felsefi kaygılar temelinde geliştirdiği en eksiksiz ve kapsayıcı ifadeleri açığa çıkarma aşamasında, Çin devriminin sorunlarını Marksist teoriye dayandırmaya çalışıyordu.” Çev. Suat Kardaş, Marksizm’in Ötesinde Marksizm, Edi Yavuz Alogan, İmge Yayınları)

Yarı feodal bir ülkenin koşullarının o zamana kadar Marksist faaliyetlerin esas alanı olan kapitalist emperyalist ülkeden farklılığı Mao’nun bu çalışmasını zorunlu kılıyordu. Mevcut teori, ortaya çıkan sorunlara cevap olamıyor, geliştirilmesi gerekiyordu. Japonya’nın da işgaliyle birlikte, çelişkiyle dair bilinen Marksist formülasyonlar yetersiz kalıyordu.  Mao Lenin’in özellikle “Çelişki diyalektiğin özüdür” vurgusundan hareket etmiştir. Çelişkinin evrenselliğini ve mutlaklığını vurgulayarak, her şeyin gelişim süreci içerisinde mevcut olduğunu belirtir. Birincil/ikincil çelişkiler ve bunların birincil/ikincil yönleri üzerinde durur.

“Çelişkideki çok çeşitli eşitsizlik durumunun, başat ve başat olmayan yönlerinin incelemesi, devrimci siyasi bir partinin, askeri ve siyasi alanlarda stratejik ve taktik politikalarını belirlemesini sağlayan esas yöntemdir. Bütün komünistler buna itina göstermelidir” (Mao Zedung, Felsefi Yazılar, Patika Yayınları, S:85)

Mao, bu vurgularıyla süreçteki ger çeşit çelişkinin önemsenmesinin, değerlendirmeye katılmasının ve böylece belli formüllere sıkışmamanın da önünü açmış olmaktadır. Bu Mao’nun devrim öncesi ve sonrasında sürekli mücadele ettiği dogmatizme karşı da panzehir niteliği taşıyan bir açılımdır.

“Dogmatistler… değişik çelişkilerin farklı yöntemlerle çözülmesi gerektiğini anlayamazlar. Bilakis, değiştirilemez olarak gördükleri bir formülü sürekli olarak benimserler ve keyfi bir şekilde her tarafa uyarlarlar. Bu devrime sadece engel çıkarır ve aslında iyi yapılmış şeyleri berbat ederler. (Mao’dan aktaran Arif Dirlik, age 230)

Böylece Mao, sadece Marksizm’i Çin’in koşullarına uygulamakla kalmaz, aynı zamanda Marksizm’i geliştirmiş olur. Mao’nun bu nitel katkısı Marksizm’in tüm dünyadaki toplumsal mücadelelerde ezilenler tarafından kullanılabilmesinin yolunu göstermiştir. Marksizm’in evrenselleşmesine yönelik bu katkı aynı zamanda Marksizm’in ortaya çıkışından beri çeşitli dönemlerde hakim olan aydınlanmacılıktan beslenen tarihsel ilerlemeci anlayışa yönelik güçlü bir darbedir. Mao’nun geliştirdiği bu Marksist çizgi, hayatı boyunca yaptığı “diğer şey” olan Büyük Proleter Kültür Devrim’inde daha belirginleşerek ortaya çıkacaktır.

Revizyonizme ve Tasfiyeciliğe Karşı Mücadele

Mao’nun hayatını kaybetmeden kısa bir süre önce söylediği ve yukarıda aktardığımız sözleri, BPKD’nin kendisini ezilenlerin tarafında Marksistler olarak konumlandırılanlarca anlaşılmadığını gördüğünü ve akıbetinin büyük olasılıkla “kargaşayla” belirleneceğini saptadığını açıkça vermektedir. BPKD’nin üzerinden 50 yılı aşkın bir süre geçtiği halde anlaşılabildiğini, “geri dönüşleri” ve sosyalist toplumlardaki çelişkileri inceleyenlerce dikkate alınabildiğini söylemek çok zordur. 1960’lı yılların SSCB-Çin Halk Cumhuriyeti kutuplaşması içerisinde revizyonizmi çözümleyebilme kapasitesinden uzak olunmasının sonucu olarak ÇHC’ne karşı alınan tutumlar, üzerinden geçen bunca zamana rağmen varlığını sürdüren pek çok KP tarafından tekrar değerlendirilmemiştir. Bu Mao’nun da dediği gibi, değiştirilemez olarak görülen bir formülün, büyük bir toplumsal pratik tarafından çürütülmesine rağmen değiştirilmesine cesaret edilememesinin bir sonucudur. Mao 1966 tarihli bir konuşmasında şöyle sorar: “Büyük Proleter Kültür Devrimi, yeri göğü sarsan bir olaydır. Sosyalizm geçidini aşabilecek miyiz? Aşmaya cesaret ediyor muyuz?” (Mao Zedung, Seçme Eserler-6,365)

Sosyalizm geçidinin aşılmasının, yangınları başlatma, enginleri fethetme cesaretini gerektirdiği her zamankinden çok daha açıktır.

Büyük Kültür Devrimi, sosyalizmde sınıflar mücadelelerinin nasıl yaşandığına, kökenlerine dair büyük bir deneyimdir. Revizyonizmin hakim olduğu SSCB’de devlet başkanı Kruşçev’in ağzıyla ilk tepkilerin gelmesi bu nedenledir. Mao, küçük burjuva maceralıkla, gerçeklik duygusunu yitirmesine sebep olan iktidar hırsıyla yanıp tutuşmakla suçlanmıştır. Dünyanın KP’leri ikiye ayrılmıştı. Ama önemli sayıda KP Kruşçev’den yana tavır almıştı. SSCB’de ki revizyonizm, Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik revizyonist, maceracı vb. ithamlarla kapatılmaya çalışılmıştır. Mao, Kültür Devrimi’nden hemen sonra Çiang Çing’e yazdığı ve yukarıda andığımız mektubunda dönemin KP’lerine yönelik şu saptamayı yapmıştır:

“Bütün dünyada yüzden fazla KP’si var. Bunların çoğunluğu artık Marksizm-Leninizm’e inanmıyor. Onlar bizzat Marks’ı ve Lenin’i paramparça ettiler.” (Seçme Eserler, C:6,S:361)

Mao’nun bu değerlendirmesi günümüz açısından ele alındığında; Maoizm’in kabulünde yaşanan sorunların kökenine işaret etmektedir. Mao Zedung, körü körüne inancın, sıkıştırılmış hapsedilmiş düşüncelerin Marksizm-Leninizm için yarattığı tehlikeye her zaman dikkat çekmiştir. Bu, Marksizm-Leninizm’in 175 yıla yaklaşan tarihinde reformizm, revizyonizm, tasfiyecilik vb. şekilde ortaya çıkmış; politik devrimcilik yadsınmıştır. Kültür Devrimi’ne yönelik olumsuz yaklaşımların, Marksizm-Leninizm’i paramparça etmenin sonucu olduğu görülmelidir.

Bunlarla birlikte son on yıllarda özellikle sosyalizm örneklerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından hareketle Marksizm’e yönelik artan saldırganlığın üzerinde kısaca durulmalıdır. Bu saldırıların, kendini “sol” olarak gösteren ve hatta Marksist-Leninist olarak ifadelendirilenlerce yapılması, dediğimizi daha da önemli kılmaktadır. Bu yaklaşımların temeli, sınıfsal mücadelenin reddedilip, bireyin ön plana çıkarılmasıdır. Dikkat çekici olan yansa bu ele alışın burjuva liberal özünün dahi fark edilememesi, ezenlerin safındaki açık tavrın görülememesidir. Buradan yapılan eleştirilerle Marksizm’in herhangi bir “özgürlükçü akım” payesinde bile olmadığı sonucuna varılmaktadır. Geçerken netlikle vurgulamalı ki, Marksizm’in egemen sınıflar için özgürlükçü olmadığı doğrudur. Fakat bu belirlemenin ezilen sınıfların safında olanlarca söylenmesinin revizyonizmin “barış içinde bir arada yaşama” tezleriyle aynı anlamı taşıdığını vurgulamalıyız.

Elbette ki bu savunuları yapanların Mao’yu ve Çin devrimini hiçbir şekilde görmemelerini garipsemiyoruz. Gençlik döneminden itibaren “siyasal iktidar namlunun ucundadır” diyen, Kültür Devrimi ile üretim ilişkilerini ve toplumsal ilişkileri KP’nin devrimciliğini koruyarak, kitlenin tabandan gelen inisiyatifi yetkili kılınarak değiştirmeye azami bir kar güdüsünü ortadan kaldırarak ve dünya çapındaki komünist hareketleri destekleyerek, devrimin devrimlerle kesintisiz bir şekilde sürmesine odaklanan Mao’nun anlaşılabilmesi ve doğru bir şekilde yorumlanabilmesi ancak sınıf mücadelesinin politik devrimci tarzda kavranabilmesiyle olacaktır.

İşte tüm bu nedenlerle Kaypakkaya yoldaşın Mao Zedung düşüncesini sahiplenmesinin ve kolektifimizin 1993’te yaptığı Maoizm değerlendirmesiyle farklı ülkelerdeki KP’leri bu yönde etkilemesinin önemi görülmeli ve Maoizm’in sınıf mücadelemize devrimci tarzda yansıyışının örneği olmalıyız.

Sosyalist Dönüşümde Kitlelerin Enerjisine Dayanma         

Mao devrimden hemen sonra gittiği SSCB’nin, “gerçek bir devrim değil” diyerek işbirliği yapmaya yanaşmadığını ancak Kore Savaşı’nın bütün yükünü omuzladıklarında işbirliğini kabul ettiklerini açıklamıştır. (Sabah Tufanı-2, Sayfa 174)

Çin’in %80 oranında köylü nüfusunu barındırması, toprak ağaları ve köylülük arasındaki çelişkinin had safhaya varmış olması, işçi sınıfının gelişmemiş olması, 1 Ekim 1949’da gerçekleşen bu devrimin sorgulanma nedeni olmuştur. Fakat Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik sorgulamalar sadece başlangıçla sınırlı kalmamıştır.

SSCB’de ağır sanayiye tek yanlı bir şekilde ağırlık verilmiş, tarım ve hafif sanayi ihmal edilmişti. Tıpkı kapitalizmin doğuş evresindeki gibi ağır sanayi için gerekli sermaye birikiminin sağlanması için köylülüğe “zorunlu satış sistemi” adı altında ağır yükler getirilmiştir. Teknolojinin gelişimi ve bunun için gerekli uzmanların yetiştirilmesi; sosyalizm için en önemli halkalar olarak görülmüştür.

Çin Halk Cumhuriyeti’nde ise, ağır sanayi yatırımları ile tarım ve hafif sanayi yatırımları arasındaki oran, birbirlerini geliştiren bir tarzda ele alınmıştır. Çin Halk Cumhuriyeti’nde, kent-kır arasındaki eşitlik ve dar bir gelir ücret merdiveni temel alınarak kırda ve kentte oturanların gelirleri birbirlerine yakınlaştırıldı. Bunlar devrimin temeli olan işçi-köylü ittifakının sağlanmasında ve sürdürülmesinde önemli olan uygulamalardır.

Mao, sosyalist bir toplumda var olan çelişkileri (kent ile kır, kafa ile kol, yönetici-yönetilen, vasıflı-vasıfsız, işçi, askerler ve halk gibi) azaltıp, yok etmeyi hedefleyen tarzda ele almıştır. Bunları “karşıt olmayan çelişkiler” olarak tanımlamış ve buna göre yaklaşmıştır. Üretim ilişkilerini sadece mülkiyet ilişkilerine indirgemekten kaçınmış; mülkiyet ilişkileri ile birlikte özel mülkiyetin en önemli kaynağı olan iş bölümünün yok edilmesi ve üretimin bölüşümünün halkın hiçbir kesiminde mağduriyet yaratmayacak şekilde örgütlenmesi temel alınmıştır. Sosyalist devrimde üretim ilişkilerinin bu 3 bileşeni ile birlikte toplumsal ilişkileri; yani insan-insan ilişkilerinin de değişime uğraması çok önemlidir. Sosyalist toplumda da “İlerici-gerici insanlar, kollektif çabaya sıkı sıkıya sadık, çalışkan ve içten, neşeli, canlı olanlar ve diğer yanda ün ve servet, kişisel çıkar, duygusuz ve umutsuzlar” var olacaktır. (Mao Zedung, Cilt 6, Sayfa 190) Dolayısıyla sosyalizmin her aşamasında gerici üretim ilişkilerini ve toplumsal konumları korumak isteyen gruplar olacaktır.

“Sosyalist dönüşüm ikili bir görevdir; birincisi sistemin, ikincisi de insanın dönüştürülmesidir. Sistem yalnızca mülkiyeti kapsamaz, üst yapıyı esas olarak devlet aygıtını ve ideolojiyi içerir.” (Mao Zedung Seçme Eserler, Cilt 5, Sayfa 501)

KP üyelerinin politika, ekonomi, eğitim, savunma gibi birçok temel konuda merkezi role sahip olmaları ve bunun denetimsiz kalması, sosyalizmde revizyonizm kaynağının KP olma olasılığını büyütmektedir. Buna karşılık kolektif önderlik önemli bir mekanizma olarak ortaya çıkarken bunun yetersizliği Çin Halk Cumhuriyeti’nde görülmüştür.

Komünizme giderken sırf devlet gibi KP’nin de zaman içinde çözümlenmesi, yok olması gereklidir. Yöneten-yönetilen çelişkisi ortadan kaldırılmadı, halkın üzerinde profesyonel bir ordu değil halkın savunma gücünün oluşturulması gerekiyordu. Mao tüm bu sorunların çözümünü kitle inisiyatifinin artırılmasında görmüştür. Kitlelerin devrimci enerjisi ortaya çıkarılmadan, kitlelerden kopuk bir şekilde belli kurumların ve kadroların müdahalesiyle devrimci bir dönüşümün ortaya çıkmasından ziyade, tam da “bin yılların ağır yükleri” nedeniyle kapitalist eğilimlerin ortaya çıkacağını değerlendirmiştir. Bu çelişkiler güvenlik önlemlerinin artırılması, halkın üzerinde baskının artırılmasıyla değil halkın inisiyatif alarak devrimci bir tarzda üretim ilişkilerinin dönüştürülmesi ortadan kaldırılacaktır.

Mao 1965 tarihli bir konuşmasında “Eğer insanlar sürekli olarak dikenler üzerinde yürüdüklerini hissediyorlarsa, biz bir şeyleri yanlış yapıyoruz” (Devrimci Araştırmalar Grubu, Çin Kültür Devrimi/BPKD’ne Kısa Bir Bakış, Ç: Sinan Jabban, S:169, Patika Yayınları) demiştir.

Kültür Devrimi, bahsettiğimiz çelişkilerin halkla birlikte çözülmesi hedefinden ortaya çıkmıştır. Mao, Kültür Devrimi ile halkı 4 eskiyi –eski kültür, eski fikirler, eski alışkanlıklar, eski adetler- eleştirmeye çağırır. Fabrikalardan başlayarak bütün üretim birimlerinde ve kurumlarında yeni bir örgütlenme biçimi hedeflenir: İkili katılım denilen biçimle kadrolar üretim sürecine, işçiler de denetim sürecine katılmaya başlar. Üçlü bileşim denilen sistemle de, vasıflı işçiler, mühendisler ve gözetmenlerin bir arada hareket etmelerine olanak tanınır. Bu sürecin öne çıkan ifadelerinden biri siyasetin bütün alanlara hakimiyetidir. Böylece sadece “uzman” değil, “kızıl uzman” olunması, sadece Halkın Kurtuluş Ordusu’nda bir asker olmak değil üretimde de olunması, ordu içerisinde siyasi komiserin olması, halk milislerinin artırılması, kızıl muhafızların ortaya çıkması gibi bu döneme kadar görülmeyen pratikler, yönetim ve örgütlenme biçimleri ortaya çıkmıştı. Bu sosyalist sistemde yaşanan sınıf mücadelesinin bu tarzda yaşanmasının ilk örneğidir.

Mao, ortaya çıkan bu yeni devrimci politik örgütlenmelerle Marks’la Engels’in ortaya koyduğu ve Lenin’in geliştirdiği, sosyalizmde devletin sönümlenmesinin olanaklarını açığa çıkarmaktadır. Devletin temel ayakları olan siyasi, bürokratik ve askeri(ordu) her şeye müdahale edilmiş, devrimcileştirilmeleri hedeflenmişti. Kültür Devrimi süresince yön verici nitelik taşıyan 16 Mayıs Tamiminde yer alan “Yıkım olmadan inşa olmaz” sözü devrimcilik için zorunlu olan yıkıcılığın Kültür Devrimi’nde başatlığını gösterir. Bir KP’nin iktidarı aldıktan sonra da “yıkıcılığı” öne çıkarması, diğer ülkelerde öne çıkarılan “inşa” dan farklı nitelikte anlamlar taşımaktadır. Bu proletarya diktatörlüğü altında da sınıf mücadelesinin var olması, devrimin devrimlerle sürdürülmesidir.

Sonuç olarak 69. Yılına giren Çin Devrimi, hem devrim öncesi süreçle hem de sonrasıyla bize pek çok şey öğretmektedir. Dünyanın farklı yerlerindeki sosyalizm deneyimlerinin başarısızlığından hareketle Marksizm’in sonunu ilan edenler, sınıf mücadelesinin diyalektiğini kavrayamamış idealistlerdir. Bize düşen Marksizm, Leninizm ve Maoizm’in ezilenlerin elinde tekrardan güçlü bir meşale haline getirilmesidir. Çünkü MLM dışında hiçbir öğreti, ezilenlerin kurtuluşunu sağlayamaz.

Bir Partizan